Sadaret üç mühim şûrâya bizzat istinat ediyor, yine kifayet etmiyor. Hâlbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevzâ, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müthiş tedenniyle beraber, meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edilmiş.

Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı hariciyeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda edildi.

Hem nasıl oluyor ki, umurun besateti ve taklit ve teslim câri olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine meşihat bir şûrâya, lâakal kazaskerler gibi, mühim şahsiyetlere istinat ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklit ve ittibâ gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl kifayet eder?

Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyleyse, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin.

Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm-ı diniye : dinî hükümler, esaslar
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
besatet : basitlik, sadelik
câri : geçerli
cemaat : topluluk
cenah : kanat, taraf
dâhî : olağanüstü zekâ ve deha sahibi
efkâr-ı İslâmiye : İslâmî fikirler, düşünceler
fâsid : bozuk
ferd : birey, kişi
ferd-i mânevî : belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, tüzel kişi
hâkim : hükmeden, egemen, buyruğunu yürüten
hilâfet : halifelik; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık görevi
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur’ân ve hâdise dayanarak hüküm çıkarma
ifa etmek : yerine getirmek
intizamsız : düzensiz
irşad : doğru yolu gösterme
İslâma şâmil : Müslümanları içine alan, onları kuşatan
istinat etme : dayanma
itimat etme : dayanma, güvenme
ittibâ : uyma, tâbi olma
kâfi : yeterli
kazaskerler : Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfının en yüksek mertebesinde bulunan devlet görevlileri; askerî kadılar
kifayet etme : yeterli olma
lâakal : en az
mahsus : has, özel
mâkes : ayna
menba : kaynak
meşihat : şeyhülislâmlık, Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığı
Meşihat-ı İslâmiye : şeyhülislâmlık makamı; İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi; Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığının adı
mukavim : sağlam, dayanıklı
mücanis : aynı özelliği gösteren, bağdaşık, diğeriyle aynı cinsten olan
müessese-i celile : büyük ve muhteşem müessese, kurum
münferit : tek başına
mütehassis : hassas, duygulu
ruh-u cemaat : cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh
sevk etme : yönlendirme, tahrik etme
sırat-ı müstakîm : dosdoğru yol
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
şahs-ı vâhid : tek şahıs
şâmil : içine alıcı
şûrâ : şûrâ meclisi, danışma kurulu
şûrâ-yı âliye-i ilmiye : yüksek ilmî şûrâ, yüksek ilmî kurul
taallûk etme : ilgilendirme, ait olma
tâdil etme : düzeltme, doğrultma
tashih : düzeltme
tedahül : müdahale etme, içine girip karışma
tedenni : alçalma, gerileme
tesirat-ı hariciye : dıştan gelen etkiler, dış etkenler
teşettüt : karışıklık, dağınıklık
tevellüt etme : doğma, meydana gelme
umum : bütün, genel
umur : işler
vazife-i diniye : dinî görev
vaziyet : durum
Yükleniyor...