Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye mâruz bırakıyor.

Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaytlık ve içtihadattaki fevzâ, meşihatın zaafından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdiyete istinat eden meşihata karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûrâya istinat eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.

Her müstaid, çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düsturü’l-amel olur ki, bir nev’i icmâ veya cumhurun tasdikine iktiran ede. Böyle bir şeyhülislâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrâda daima icmâ ve rey-i cumhur medâr-ı fetvâ olduğu gibi, şimdi de fevzâ-i ârâ için, böyle bir faysala lüzum-u kat’î vardır.

Sadaret, meşihat, iki cenahdır. Şu devlet-i İslâmiyenin bu iki cenahı mütesâvi olmazsa, ileri gidilmez. Gidilse de, böyle bir medeniyet-i faside için mukaddesatından insilâh eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bizzarure : kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
cemaat-i İslâmiye : İslâm toplumu
cenah : kanat
cumhur : halk, çoğunluk
çendan : gerçi
dâhî : deha sahibi, üstün zekâ ve hikmet sahibi
devlet-i İslâmiye : İslâm devleti
düsturü’l-amel : davranış kuralı, uygulama prensibi
evkaf : vakıflar; sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır işine tahsis olunmuş mülk veya mallar.
faysal : kesin hüküm; karmaşık bir meseleyi kesin hatlarıyla çözümleme, yanlışı doğrudan ayırma
ferdiyet : tek şahıslılık, tek kişilik
fevzâ : kargaşa, anarşi
fevzâ-i ârâ : düşünce alanında meydana gelen kargaşa, anarşi
icmâ : İslâm âlimlerinin bir mesele hakkında görüş birliğine varmaları
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur’ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarma
içtihadat : içtihatlar
iktiran etme : iki farklı şeyin yan yana gelmesi
ilhak : katma, birşeyi bir başka şeyin içine alma
insilâh etme : sıyrılıp çıkma; bırakıp terketme
istinat etme : dayanma
lâkaytlık : ilgisizlik, duyarsızlık
lüzum-u kat’î : kesin gereklilik
mânen : mânevî açıdan
mâruz kalma : bir netice ve meseleyle yüzyüze gelme
mazhar olmak : erişmek, nail olmak
medâr-ı fetvâ : fetvâ kaynağı ve sebebi
medeniyet-i faside : bozuk olan; insanları ve toplumları ifsad eden Batı medeniyeti
Merkez-i Hilâfet : hilâfet merkezi, halifelik makamının bulunduğu yer
meşihat : şeyhülislâmlık, Osmanlıda Diyanet İşleri Başkanlığı
muhafaza etme : koruma
mukaddemat : bir sonucu ortaya çıkaran ilk adımlar ve basamaklar
mukaddesat : mukaddes olan şeyler, kutsal değerler
münasip : uygun
münhasır bırakma : sadece belli bir kişiye ait kılma
müstaid : istidatlı, kabiliyetli
mütesâvi : denk, eşit
nev’i : tür, çeşit
rey : görüş, fikir
rey-i cumhur : çoğunluğun fikri; kamuoyu
sadaret : sadrâzamlık, baş vezirlik; Osmanlı yönetimindeki başbakanlık makamı
şeair-i İslâmiyet : İslâma sembol olmuş işaret, iş ve ibadetler
şedit : çok şiddetli
Şeriat-ı garrâ : büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet
şeyhülislâm : Osmanlı Devleti zamanında; din işlerine, mahkemelere, medreselere ve ilim tahsil eden talebelerin işlerine bakan ve bu konuda padişaha vekillik eden, protokolde sadrazamdan sonra gelen yüksek vazifeli şahıs
şûrâ : danışma kurulu, istişare heyeti
tahakkuk : gerçekleşme
tasdik : onaylama
tesis olunma : kurulma, yerleştirilme
teşekkül etme : meydana gelme
teşkilât : yapı, kurum
ukde-i hayatiye : hayat düğümü, çekirdeği
umur : işler, uygulamalar
üstad : hoca; çeşitli ilim dallarında çok yüksek seviyelere ulaşan ve bu ilimlerle bağlantılı talebe yetiştiren ilim adamı
zaaf : zayıflık, güçsüzlük
zaaf-ı diyanet : dinde zayıflık, gevşeklik gösterme
Yükleniyor...