1 وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ Âkıbet, ikaba delildir; hadsen onu gösteriyor. Mâsiyetin ekseriya dünyada olan âkıbeti bir emâre-i hadsiyedir ki, cezasında bir ikab vardır. Çünkü herkes hususî bir tecrübeyle hadsen görüyor ki, hiçbir münasebet i tabiiye olmadığı halde, mâsiyet bir netice-i seyyieye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs’atle tesadüf olamaz. Eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara alınırsa, görünür ki, nokta-i iştirak yalnız tabiat-ı mâsiyettir ki, cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, mâsiyetin lâzım-ı zâtîsidir.

Madem ki dünyada filcümle bu lâzım, sırf tabiat-ı mâsiyet için terettüp ediyor. Elbette, bu dârda terettüp etmeyen, başka dârda terettüp edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş ki, “Filân adam fenalık etti, belâsını buldu.”
• • •

2 وَجَعَلْناَكُمْ شُعُوبًا وَقَباَۤئِلَ لِتَعَارَفُوا

3 أَىْ لِتَعَارَفُوا فَتَعَاوَنُوا فَتَحَۤابُّوا لاَ لِتَنَاكَرُوا فَتَعَانَدُوا فَتَعَۤادُّوا

Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası, birer vazifesi olduğu gibi, herkesin heyet-i içtimaiyede müteselsil, revabıt ve vezaifi vardır. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz.

Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki, şefkat-i cinsiyeyle intiaşa gelir ki, tearüfle teavüne sebeptir. Veya menfidir ki, hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki, tenakürle teanüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir.” İnfitar Sûresi, 82:14
2 : “Birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye, sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.” Hucurât Sûresi, 49:13.
3 : Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’sâr : asırlar, yüzyıllar
âkıbet : netice, son
amel-i sâlih : dince makbul olan iyi, güzel ve faydalı iş
beliğâne : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyan : açıklama, anlatım
dûnhimmetlik : gayretsizlik, düşük himmet
ekseriya : genellikle, çoğunlukla
emâre-i hadsiye : bir anda neticeye ulaştıran işaret
hadsen : kesin ve hızlı sezgiyle
hâne : ev
hayır : iyilik, faydalı ve sevaplı amel, iş
hazm-ı nefs : nefsini kırma, sabredip sindirme
hıyanet : hainlik
hitab-ı ezelî : ezelden gelen hitap
hususî : özel
hüsün : güzellik
ıtlak : bir konuda sınır belirlememe, genel olarak ifade etme
îcâz-ı mutneb : az sözle çok mânâlar ifade etme; bir kelime veya sözün çağrıştırdığı bütün mânâları, açıklama yapmamak sûretiyle kastetme
ikab : azap verme, cezalandırma; âhiret azabı
iktifâ etme : olanla yetinme, yeterli bulma
istinbat etme : birşeyden gizli, ince bir mânâ veya bir hüküm çıkarma
kâffe-i ahvâl : bütün hâller, durumlar ve özellikler
kanaat etme : kısmetine razı olma, göz tokluğu
kesret : çokluk
mahviyet : tevazu, alçak gönüllülük
mâsiyet : günah, isyan
mevcud : var olan
meyl-i sa’y : çalışma eğilimi, isteği
muhtelif : çeşitli, ayrı ayrı
münasebet-i tabiiye : tabiî münasebet, alâka; doğal bir bağ, ilgi
müncer olma : sonuçlanma
müsamaha : hoşgörü
mütekellim-i maa’l-gayr : kendi ile beraber başkaları adına da konuşan
mütekellim-i vahde : birinci tekil şahıs, “ben”, yalnız kendisi
namına : adına
netice-i seyyie : kötü sonuç, günahın neticesi
nisbî : kıyaslama ile olan, göreceli
rızâ : râzı olma, memnuniyet
sâlihat : dine uygun, dinin emrettiği iyi ve yararlı işler
semere-i sa’y : çalışmanın meyvesi, neticesi
sükût : susma, konuşmama
şâmil : kapsayıcı, kapsamlı
tabakat : tabakalar, dereceler; halkın farklı kesimleri
tefahur : övünme
tefviz : işleri Allah’a bırakma
terettüb-ü netice : sebeplerden sonra ortaya çıkan netice, sonuç
tertib-i mukaddemat : bir sonuca ulaşmak için uyulması gerekli olan sebepler zinciri, yapılması gereken işler
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
ulü’l-emr : padişah, hükümdar, buyruk sahipleri
umum : bütün, genel
vakar : ağırbaşlılık
vüs’at : genişlik
zillet : alçalma; değerini düşürme
bölük : takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur meydana getiren askerî birlik
dâr : yer, dünya
fırka : on bin erden oluşan askerî birlik; tümen, tugayla kolordu arasında yer alan birlik
filcümle : kısmen
gayr-ı muayyen : belirlenmemiş, belirsiz
halita : birçok ögeden oluşmuş karmaşık bir bütün; alaşım
heyet-i içtimaiye : sosyal yapı, sosyal yapıya sahip topluluk
hırs-ı ırkî : ırkçılık hırsı
intiaşa gelme : canlılık kazanma, faaliyete geçme
intibah : uyanma
istilzam etmek : gerektirmek
lâzım-ı zâtî : birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin lâzım-ı zâtîsidir.” denilebilir.
mâsiyet : günah, isyan
menfi : olumsuz, negatif
müsbet : olumlu, pozitif
müteselsil : zincir halkası gibi birbirine bağlı olan ve peşpeşe takip eden
nazara almak : dikkate almak
nefer : rütbesiz asker, er
nokta-i iştirak : ortak nokta
rabıta : bağ
revabıt : bağlar
rızık : Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği her türlü nimet ve yiyecek
şefkat-i cinsiye : kendi türünden olan kişilere şefkat besleme
tabiat-ı mâsiyet : günahın tabiatı, doğası; Allah’a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı
tabur : ortalama bin kişiden kurulan, bir binbaşının komutasındaki askerî birlik
takım : en küçük askerî topluluk
teanüd : inatlaşma, kutuplaşma
tearüf : tanışma, birbirini tanıma
teavün : yardımlaşma, dayanışma
tenakür : birbirlerini inkâr etme, yekdiğerine inkârla yabani bakma
terettüp etme : sonuç olarak ortaya çıkma, neticelenme
unsuriyet : ırkçılık
vezaif : vazifeler, görevler
Yükleniyor...