İrsiyet hakkındaki kanun-u medenînin, Kur’ân’ın bu iki âyetine muhalif maddelerini vaktiyle muvazene etmişim. Onların muannid feylesoflarını da ilzam edecek deliller göstermişim. Hükûmet-i Cumhuriyenin ilcaat-ı zamanına göre kabul ettiği bir kısım kanun-u medeniyenin bir kısım maddelerini kabulden evvel, bu meseleleri, medeniyete ve feylesoflara karşı yazmışım ve müdafaa etmişim. Kurun-u ulâ ve vustâdaki zayi olan kadınlık hukukunu, Kur’ân-ı Hakîm gayet ehemmiyetle muhafaza ettiğini beyan etmişim. Şimdi, bu iki meseledeki beyanatım, hükûmet-i Cumhuriyenin kanununa muhaliftir diye, yüz altmış üçüncü madde ile muahaze edildim. Ben de adliyenin en yüksek mahkemesine derim ki:

Bin üç yüz elli senede ve her asırda, üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakiki ve hakikatli bir düstur-u İlâhînin üç yüz elli bin tefsirlerin tasdikine ve aynen hükümlerine istinaden, ve bütün ecdadımızın ruhlarına hürmeten, i’câz-ı Kur’ân’ı Avrupa mülhidlerine karşı göstermek için, iki nass-ı âyeti, on beş sene evvel ve on sene evvel ve dokuz sene evvel üç kitabımda zikretmekliğim, beni şimdiki şerait dahilinde ve ahvâl-ı sıhhiyem noktasında yaşayamayacağım bir mahpusiyete mahkûm edip ve dolayısıyla, bir cihette âdeta idamıma hükmeden ve yüz on beş risalemi bunun gibi bir-iki mesele yüzünden mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rû-yi zeminde adalet varsa, bu kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.

En ziyade bizi gayet hayretle, nihayet bir meyusiyete düşüren şudur ki: Isparta’da habbeyi kubbe yapıp, hiçbir hakikate istinad etmeyen evham ve ihbarata binaen hakkımda verdikleri karara karşı mezhebimizde yalana hiçbir cihetle cevaz verilmediğinden, aleyhimde de olsa, hak ve doğru söylemek mecburiyetiyle, yüz yirmi sahife kuvvetli ve mantıkî delillerle kendimi müdafaa ettiğim ve bu kanunla hiçbir cihetle temasım olmadığını ispat ettiğim halde, bu müdafaatımı ve ispatımı hiç nazara almayarak, telif tarihiyle istinsah tarihlerini, hattâ bir şahsa irsal eylediğim tarihleri dahi birbirine mağlâta ile karıştırıp ve yirmi senelik işi, bir sene zarfında olmuş gibi görerek, nakarat gibi, Isparta’daki evhamlı kararı, hem sorgu hakimlerinin kararnamesinde, hem makam-ı iddianın iddianamesinde, hem bizi mahkûm eden mahkemenin son kararında aynen, haklı müdafaatımız nazara alınmadan tekrar edilmiş ve bizi mahkûm etmişlerdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Barla Hayatı / Sonraki Risale: Kastamonu Hayatı
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahvâl-ı sıhhiye : sağlık durumu
asır : yüzyıl
beyanat : açıklamalar
binaen : -dayanarak
cevaz : izin, müsaade, ruhsat
cihet : yön, taraf
düstur-u İlâhî : İlâhî düstur, prensip
ecdad : atalar, cedler
evham : asılsız ve gerçek dışı kuruntular, şüpheler
feylesof : filozof, felsefe ile uğraşan, felsefeci
habbeyi kubbe yapmak : bir şeyi olduğundan çok büyük göstermek, abartmak
hakikat : gerçek, doğru
hakiki : gerçek, doğru
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
hukuk : haklar
hükûmet-i Cumhuriye : Cumhuriyet hükûmeti
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşu; Kur’ân’ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü
ihbarat : haber vermeler, istihbarat bilgileri
ilcaat-ı zaman : zamanın gereği, icabı
ilzam : susturma, cevap veremez hâle getirme
irsiyet : miras
istinad : dayanma
istinaden : dayanarak
Kanun-u Medenî : Medenî Kanun
kudsî : kutsal, mukaddes, yüce
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
kurun-u ulâ ve vustâ : ilk ve orta çağlar
mahkûm etme : ceza ile hükmetme
mahpusiyet : hapiste olma, tutukluluk hâli
meyusiyet : ümitsizlik
mezheb : yol, usul, tarz
muaheze : ayıplama, kusurlu bulma, suçlama
muannit : inatçı
muhafaza : koruma
muhalif : aykırı, zıt
muvazene : karşılaştırma
müdafaa : savunma
mülhid : dinsiz, inkârcı
nakzetmek : bozmak
nass-ı âyet : âyetin açık ve kesin hükmü
nihayet : son derece
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
rû-yi zemin : yeryüzü
şerait : şartlar
tasdik : doğrulama, kabul etme
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
zayi : kaybolma
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...