Müstehak bir ceza

Şeriatın 1 اَلْقَاتِلُ لاَ يَرِثُ düstur-u âdilânesi, şeriat-ı fıtriye olan kavanin-i kadere muntabıktır ki, tarik-i gayr-ı meşru ile bir maksadı takip eden, maksudunun zıddıyla ceza görüyor. Wilson, Klemanso, Venizelos gibi...

Şuna bir misâl: Bidayet-i inkılâbımızdan beri, sevâb-ı âhiretin vesilesini dinsizcesine şan ve şerefe vasıta yapanlar, müthiş bir rezaletle neticelendi. Muvakkat bir şan ve şereften sonra, elîm bir sukut takip etti. Lisân-ı hâlleri 2 لَيْتَنِى كُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا tilâvet ediyor.

Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secayâ-yı hasene temâyülât-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşvünemâ bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevâdan gelse, şer taneleri neşvünemâ bulur:

Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi... Fıtraten, çendan hayır ciheti galiptir; fakat sümbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek, yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi, o bab-ı fitneyi kapatmakla suyu hûdâ tarafından vermek lâzımdır.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Katil miras alamaz.” Tirmizî, Ferâiz: 17; Ebû Dâvud, Diyât: 18; Dârimî, Ferâiz: 41; İbn-i Mâce, Ferâiz: 8:, Diyât: 14; Müsned, 1:49.
2 : Keşke tamamen unutulmuş olaydım.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, tuhaf
adalet-i Kur’âniye : Kur’ân’a ait adalet, Kur’ân adaleti
bidayet-i inkılâb : inkılâbın başı, 1908’de yapılan inkılâbın ilk günleri
Cündüp : bir kişi adı
damar-ı zulüm : zulüm damarı
dest-i kader : kader eli
düstur-u âdilâne : adaletli düstur, kanun, yasa
elîm : acı veren, üzücü
fıtrat-ı insan : insanın fıtratı, tabiatı, yaratılışı
geda : köle
hevâ : faydasız ve gelip geçici arzular
içtimâi sistem : sosyal sistem, toplumsal düzen
kavanin-i kader : kader kanunları
kavl-i meşhur : meşhur söz
kısas : bir suç işleyenin kanun tarafından aynı şekilde cezalandırılması
lisân-ı hâl : hâl dili
maksud : kast edilen, hedeflenen şey
mâtem : yas
mecrâ : akıntı yatağı, akıntı yeri
mezra : tarla
muntabık : uygun
musibet : belâ, dert, felâket
muvakkat : geçici
müstehak : hak etmiş, lâyık
neşvünemâ : büyüyüp gelişme
secayâ-yı hasene : güzel karakterler, ahlâk ve huylar
sevâb-ı âhiret : âhirette verilecek mükâfat
sukut : alçalış, düşüş
şah : padişah, hükümdar
şeriat : Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler, İslâmiyet
şeriat-ı fıtriye : Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanun
tabaka-i avam : halk tabakası
tarik-i gayr-ı meşru : yasal olmayan yol
temâyülât-ı şerriye : kötülüğe duyulan eğilimler, meyiller
tilâvet : okuma
abd : köle
adalet-i izafiye : toplumun selâmeti için ferdin hukukunun feda edilmesini öngören adalet
ahkâm : hükümler, esaslar
bab-ı fitne : fitne kapısı
binaenaleyh : bundan dolayı, buna dayanarak
çendan : gerçi, her ne kadar
ecnebî : yabancı
ehvenüşşer : iki şerden daha az zararlı olanının tercih edilmesi
evham : kuruntular, şüpheler
fıtraten : yaratılış gereği
gaddar : acımasız, çok zulmeden
galebe : üstün gelme
galiben : çoğunlukla
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayr-ı mahz : saf hayır
heyet-i içtimaiye : sosyal hayat, sosyal yapı
heyhat : yazık, çok yazık
hikmet : bilim
hüdâ : hidayet, doğru yol olan hak din, İslâmiyet
hükümfermâ olma : hüküm sürme, egemen olma
hüsn-ü hakikî : gerçek güzellik
ifrağ etme : bir kalıba dökme, şekil verme
iktiza etme : gerektirme
irad etme : verme
kalb etmek : tersine çevirmek
mazarrat : zararlar, ziyanlar
medeniyet-i habise : pis, çirkin medeniyet
mesail : meseleler, konular
muaddel : düzeltilmiş, dengelenmiş
muaddil : düzelten, düzeltici, dengeleyici
muvafakat : uygunluk
müeddi olma : sebep olma, birşeye götürme
müesses : kurulmuş, kurulu (yani şeriat onun üzerine kurulmuştur)
müraat etmek : riayet etmek, uymak
nokta-i nazar : bakış açısı
ref’ etmek : ortadan kaldırmak
semere : meyve
serrişte etmek : bahane etmek, vesile etmek
şerait : şartlar
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
şübehat : şüpheler, tereddütler
taaddüd : birden fazla olma
taaddüd-ü zevcat : birden fazla kadınla evlilik
tabiat-ı beşer : insan yapısı, fıtratı
tâdil etmek : düzeltmek, dengelemek
telekkuh etme : aşılanma
telkih etme : aşılama
vâzı-ı esaret : kölelik koyan, esaret getiren
Yükleniyor...