SALİH ÖZCAN
1929 YILINDA Urfa’nın Akçakale ilçesinde doğmuştur. İyi derecede Arapça bilir. Ankara’da uzun seneler Hilâl mecmuasını neşretmiştir. Bediüzzaman’ın Tarhiçe-i Hayat kitabının “Hariç Memleketler” bölümünde isminin çokça geçmesinden de anlaşılıyor ki; Salih Özcan Ağabey, İslâm âleminin tanınmış simalarıyla hep sıkı dostluk münasebetleri kurmuştur. Nur hizmetlerinin de daha çok hariç memleketlere bakan kısımlarıyla alâkadardır. Eserlerde adı daha çok “Seyyid Salih” olarak geçer. Çünkü O, seyyidtir…
Hz. Üstad’ın, “Benim metrukatım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, 12 kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum.” dediği vasiyetnamesinde “Seyyid Salih” olarak onun da adı geçmektedir. Salih Özcan Ağabeyimizle 2011 yılında tekrar uzun sohbetlerimiz oldu. Bunların çoğunu kamera ile kaydettik. Ayrı bir çalışma ile inşallah ileride yayınlamak nasip olur…
Risale-i Nur’da Seyyid Salih
“Pakistan’daki Nur talebelerinin Üstad Said Nursî’den istedikleri mesaj münasebetiyle, Irak’taki bir Nur talebesinin gönderdiği mektup:
“Bundan birkaç gün evvel, Pâkistan’da talebeler konferansı vardı. Hz. Üstad’dan bir mesaj istemişlerdi ve bunun tarihî bir tesiri olacaktı. Haber aldık ki, Salih, Nur talebeleri namına bir mesaj göndermiş. Sizlere de yazmışlar ki, acele Hz. Üstad’a bildirirsiniz. Konferansta, Hz. Üstad ve Nurlar çok methedilmiş. Ahmet Ramazan” (Tarihçe-i Hayat, 729)
***
“Aziz, sıddık, fedakâr kardeşimiz Hacı Ali! Gönderdiğiniz kıymettar ve bilhassa Hz. Üstad’ı pek çok sevindiren mektubunuzu aldık. Üstad’ımız diyor ki:
“‘…Şimdi Şam’a, Halep’e yakın olan Urfa’da bir medrese-i Nuriye ileride teşekkül etmesini kuvvetli ümit ediyoruz. Kılıç Ali’yle beraber Eski Said’in gayet kıymettar bir talebesi olan Şam’daki Molla Abdülmecit, Urfa’daki Nur’un talebelerinden Seyyid Salih ve onun yanına giden Nur’un fedakâr bir talebesiyle muhabere etsinler...’” (Emirdağ Lâhikası-II, 26)
***
“Aziz, sıddık kardeşlerim! Evvelâ: Seyyid Salih’in Halep ve havalisindeki çok ehemmiyetli İhvan-ı Müslimîn cemiyeti için sizden istediği Nur mecmualarından, kendime mahsus mecmualardan on tanesini ona gönderdim ki onlara versin.” (Emirdağ Lâhikası-II, 47)
***
[Seyyid Salih’in mektubundan bir parçadır.]
“Bu sene 15 talebe birlikte Hicaz’a gidecekler. Hicaz’da olan masraflarını da Hicaz almayacak. Kendilerine düşen masraf çok az bir şey olacak. Dönüşlerinde Salih ile bir-iki arkadaşı, İran ve diğer hükûmetleri gezdikten sonra Pakistan’a İslâm Gençlik Konferansına aza olarak gidecekler. Belki bunların yol masrafını hükûmet verecek... Bu hususta emirlerinizi intizar ediyoruz. Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahîm Zapsu görmüş; Pakistan’da çok hürmet etmişler. Üstad’ımız yerine ellerini öptüler, duanızı rica etmişler. Seyyid Salih” (Emirdağ Lâhikası-II, 64)
Beş yüz seyyid yerine
Mustafa Sungur Ağabey anlatmıştı:
“Üstad, Eskişehir’dey iken Salih Özcan, ‘Üstad, Eskişehir’de kalacak mı?’ diye haber gönderdi. Sonra Eskişehir’e geldi. Üstad, Salih Özcan’ı oturttu: ‘Kardeşim, Seyyid Salih! Bu seyyidler cemaatinden bana 500 yardımcı gelecekti. Onlar namına seni ihsan etti. Gavs-ı Azam gelseydi seni vekil yapacaktım, hizmet-i diniye cihetiyle...’”
“Üstad’ım, biz bir parti kuralım, başa geçelim…”
Bayram Ağabey anlatmıştı:
“Seyyid Salih, Üstad’ın yanında Menderes’in aleyhinde münafık falan... diye konuşmaya başlıyor. Üstad hiddetle susturup, ‘Menderes samimidir, hizmet etmek istiyor, fakat etrafı bozuk’ diyor. Bunun üzerine Seyyid Salih, Üstad’a, ‘Biz bir parti kuralım, başa geçelim’ diyor. Üstad’ımız da, ‘Bir cemiyetin yüzde 70’i dindar olmadan parti kurmak cinayet olur’ diye izah ediyor.”
“Hem Hz. Hasan’dan, hem de Hz. Hüseyin’den seyyidim”
Seyyid Salih Ağabey, hatıralarını şöyle anlatmaktadır:
“1949 senesinde liseyi bitirmiştim. Aynı sene Emirdağ’da bulunan Üstad’ı ziyarete gittim. Üstad’la karşılaşmamızda bana, ‘Kardeşim! Sen seyyid misin?’ diye sordu. Ben de ‘Evet Üstad’ım, öyle diyorlar, dedem öyle diyor’ dedim. Üstad, ‘Maşaallah kardeşim, maşaallah!’
“Bu sefer ben sordum: ‘Üstad’ım, siz de seyyid misiniz?’ ‘Evet kardeşim! Ben hem Hz. Hasan’dan, hem de Hz. Hüseyin’den seyyidim’ dedi. ‘Ama sen kimseye söyleme!’ diye de tembih etti. Ben de, ‘Maşaallah Üstad’ım! Siz hem seyyid, hem de şerifsiniz’ dedim. Fakat benim çenem durmadığı için bunu söyledim!
Ali Ekber Şah’ın Üstad’ı ziyareti
“1952 senesinde konferans salonunda talebelerle bir konferans tertip etmiştik. İçeride Maarif Nazırı (Millî Eğitim Bakanı) Tevfik İleri de var. Birden içeriye bir yabancı misafir girdi, Tevfik İleri’nin yanına oturttular. Tevfik İleri biraz sonra beni çağırdı, kulağıma ‘Bu gelen, Pakistan Maarif Nazırı, Üstad’ı görmek istiyor, sen bunu Üstad’a götür. Fakat bizim haberimiz yok haa!’ dedi.
“Ben Pakistan Maarif Nazırı’nı aldım, Üstad’a götürdüm. Yolda Üstad’ı konuştuk. Üstad’ın fakirü’l-hal yaşadığını bir türlü aklı almıyordu. Mütemadiyen, ‘Bediüzzaman’ın kaç apartmanı var, kaç otomobili var?’ diye soruyordu. Gidince Üstad’ın hangi şartlarla yaşadığını gördü...
“Biz varmadan Üstad sabırsızlanmış, yanındakilere, ‘Kardeşim! Bugün bir misafir bekliyorum’ demiş ve zaman zaman dışarı çıkmış. “Ali Ekber Şah, Üstad’ın evini görünce çok üzüldü.[1] Üstad’a, ‘Seni Pakistan’a götüreyim; matbaalar, radyolar, köşkler verelim. Seni Ağa Han gibi, Sünnîlerin başı yapalım’ diye tekliflerde bulundu. Üstad da, ‘Hastalık Türkiye’de başladı, buradan tedavi olacak’ dedi ve teklifleri kabul etmedi. Başlangıçta ben güya tercümanlık yapmaya çalıştım, fakat meseleler ilmîleşince karıştırmaya başladım! Üstad birden kendisi Arapça konuşmaya başladı. Ben hayatımda böyle selis Arapça konuşan birini daha hatırlamıyorum. Artık ben aradan çıktım, kendileri 45 dakika konuştular. Üstad, Pakistanlı misafirine Âyetü’l-Kübra hediye etti.
“Bir vezir gitti, bir vezir geldi”
“O gece misafirle beraber otelde kaldım. Ali Ekber Şah ertesi gün ikinci kere Üstad’ı ziyaret etmek istedi, fakat Üstad kabul etmedi... Adamın ağladığını gördüm! Sonra misafir, Konya’ya gitmek istiyordu. Orada otobüste Üstad gelir diye hep ön tarafı hürmeten boş bırakırlardı. Bakanı da arkaya oturtmuşlar. Bir baktık, Üstad, bakanı yolcu etmek için geldi! Öne beraber oturdular, bir müddet otobüste beraber gittiler. Üstad’a para vermek istedi, kumaş vermek istedi, ama Üstad kabul etmedi.
“Ali Ekber Şah’ın otobüsü gitti, ileride durdu, aynı anda karşıdan gelen arabadan Zübeyir Ağabey indi. Zübeyir Ağabey, memuriyetten istifa edip Üstad’a hizmet için geliyordu. İşte Üstad’ımız, o meşhur sözünü o anda söyledi: ‘Bir vezir gitti, bir vezir geldi!’ Üstad, Zübeyir Ağabeye iltifat ediyordu.
“Sonra oranın çavuşu beni çok sıkıştırdı ‘Kim bunlar!’ diye... Üstad’a anlattım. Üstad, ‘Korkma Seyyid, ben hayatta iken seni içeriye vermeyeceğim’ dedi. Hakikaten Üstad hayatta iken 36 mahkemem oldu, hapse girmedim; Üstad vefat etti, içeri girdim…”
Yorganımı satın “Büyük Doğu” parasızlıktan kapanmasın
Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” mecmuası parasızlıktan bir ara kapanma durumuna geldi. Üstad bana: “Benim yorganımı satın, buna yardım edin, kapanmasın” dedi. O zamanlarda tek mucmua o vardı, Üstad destekliyordu. Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasi’ye bağlı idi…
Üstad bana dedi ki: “Biz bütün cemaetlere dostuz, ehl-i tarikata dostuz, onlara hürmet gösterin, ama bizim davamız budur, Kur’an davasıdır.” Onun için hiç kimseyle kavgamız olmadı bizim. Üstad kucaklardı herkesi.
Biz Bediüzzaman’ın Mehdi olduğunu biliyoruz
Hz. Üstad bana “Sen Mehdi’yi göreceksin” demişti. Biz Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Mehdi olduğunu biliyoruz. Ama Mehdi’nin talebeleri, ordusu vs. vardır. Risale-i Nur ve talebeleri ordudur yani. Üstad’ın bana “Sen Mehdi’yi göreceksin” demesi, işte o anda karşında duruyor manasındadır. Orada… Hepimiz görüyoruz…
[1] Ali Ekber Şah’ın Üstad Hazretlerini ziyaretiyle alâkalı intibaları Emirdağ Lâhikası’nda yayınlanmıştır. Şöyle ki:
“Türkiye'yi ziyarete gelen Pakistanlı bir vekil, 40-50 üniversite talebesine: ‘Kardeşlerim! Ben âlem-i İslâm’da aradığımı Türkiye’de buldum. Bediüzzaman yalnız sizin değil; o, bütün âlem-i İslâm’ındır. Ve yakın bir zamanda bütün İslâm âlemi onu anlayacaktır. Siz bu Nur eserlerine dikkatle bakın. Ben bunu 90 milyon İslâmlar içinde neşredeceğim. Benim âlem-i İslâm hakkında pek çok endişelerim ve Üstad’a pek çok soracaklarım vardı. Bir saat kadar yanında yalnız onu dinlemekle bütün endişelerim zâil olup, bütün suallerime cevap aldıktan sonra şimdi Pakistan'a âlem-i İslâm’ın mukadderatı hakkında büyük müjdelerle gidiyorum. Ben Türk ve İslâm tarihini tetkik ettim. Evet, çok kahramanlar, çok İslâm fedaîleri ve çok vatanperverler gelmişler. Hepsi büyük fedakârlık ve kahramanlıkla millete, vatana hizmet etmişler. Fakat o hizmetlerinin neticesinde lâyık oldukları mükâfat onlara verilmiş. Her birisi birer mükâfata mazhar olmuşlar. Fakat bugün Üstad, 20 küsur seneden beri bu milletin saadet-i dünyeviyesi ve uhreviyesi için tarife imkân olmayan zulüm ve işkenceler içerisinde işte bu eserleri telif ve neşrederek bu millet içerisinde din aleyhindeki cereyanların intişarına mâni olan Bediüzzaman’ın evinde bugün bir lâmbası bile yok. İşte o her şeyi terk ederek yalnız ve yalnız dine hizmet için çalışmıştır. Elbette âlem-i İslâm, yakında böyle bir zatı eserleriyle tanıyacaktır…’” (Emirdağ Lâhikası-II, 140)
(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-I)
***
1929'da Akçakale'de doğdu. İslâm âlemi ile yakın irtibat ve teması vardır. 1977 seçimlerinde Urfa'dan milletvekili oldu. Faysal Finans'ın kurucusu ve yöneticisidir. Ayrıca FEY vakfı mütevelli heyeti başkanıdır.
Salih Özcan hatıralarını şöyle anlattı.
"Üstad, 'Annem Hüseynî, babam Hasenî'dir' dedi."
"1949 yıllarında Hulûsi Ağabey (Yahyagil) bize, Üstad Bediüzzaman'dan bahseder ve Küçük Sözler'den okurdu. Afyon'da olduğunu söyler ve bizi Üstadı ziyarete teşvik ederdi.
"O sene liseyi bitirdim. Tatilde Emirdağ'a Üstad'ın ziyaretine gittim. Dedem bana o zaman izin vermişti. Mehmed Çalışkan'a giderek beni Üstada götürmesini istedim. Üstad bizi kabul etti. Dizlerinin üzerinde doğruldu, kalktı, 'Gel, Seyyid Salih! Gel' diye beni kucakladı. Ellerinden öptüm, başımdan tuttu. Dedemin, Hulûsi Ağabeyin selâmlarını, hürmetlerini söyledim. Yanımızda bulunan Mustafa Acet'le Mehmet Çalışkan'ı dışarı çıkarttı. 'Ben yüzbinlerce seyyidi beklerken sen geldin' dedi. Ben kendilerinin seyyid olup olmadıklarını sordum. 'Annem Hüseynî, babam Hasenî'dir' dedi. Sonra da, 'Ben de seyyid sayılır mıyım?' diye tebessümle sordu. Ben de, 'Hem de çift taraftan seyyidsiniz' dedim.
"İstanbul'da üniversiteye gireceğimden bahsettim. Orada Nur talebeleri olduğunu, onlarla tanışmamı söyledi. Daha sonra kendilerine Urfa'dan mektup yazmıştım. O zaman Vahdeddin Gayberî'yle bir kısım kitaplarını ve eşyalarını göndermişti. Kendisine gidip gelen Urfalılara, Urfa'ya geleceğini söylerdi. Sonra Ceylân Çalışkan geldi. Dedem, 'Sana misafir arkadaş geldi' diye Ceylân Çalışkan'a çok alâka gösteriyordu. İlk zamanlar bizde misafir kalmıştı.
"Ankara'da toplantılarımız olurdu. Bu toplandılara Demokrat Partnin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin babası, Prof. Münif Çelebi, Osman Nuri, Kemal Kalkan Paşa, Mahmud Yazır, Nail Pertev Paşa ve Cevat Çağrı gibi zatlar da katılıyordu. Sohbetlerde sık sık Bediüzzaman'dan söz edilirdi.
"Ali Ekber Şah'ın Üstadı ziyareti"
"O sıralarda Türkiye'ye Pakistan Maarif Nâzır Vekili Seyyid Ali Ekber Şah gelmişti. Cihan Palas Otelinde kalıyordu. Tevfik İleri, misafirin Üstadı ziyaret etmek istediğini, bizim alâkadar olmamızı, ancak kimsenin duymamasını söyledi.
"1952 yılında idi. Mehmed Gemalmaz'la birlikte misafiri de alıp Emirdağ'a gittik ve bir otele indik. Üstad'ın acele bizi beklediğini bildirdiler. 'Hemen gelsinler' demiş. Beraberce gittik. Üstad, Ali Ekber Şah için bir sandalye istedi. Hamza Emek hemen bir sandalye tedarik edip geldi. Üstad, 'Seyyid Salih tercümanlık yapsın.' diyerek benim tercümanlık yapmamı emretti. Konuşmasında, Risale-i Nur hareketini ve hizmetlerini, İslâm dünyasının durumunu anlattı. Ben tercüme ediyordum. Ancak mevzu gittikçe derinleşiyordu. Öyle bir noktaya geldi ki, ben tercüme etmekte güçlük çekmeye başladım, hattâ işin içinden çıkamaz oldum. Bu sırada Üstad iki dizinin üzerine doğruldu ve çok fasih bir Arapça ile konuşmaya başladı. Ben öylesine fasih ve beliğ bir Arapça konuşma dinlemedim.
"Seyyid Ali Ekber Şah, 'Beni talebeliğe kabul eder misiniz?' dedi. Üstad ona, 'Seni yirmi senelik kardaşlığa kabul ediyorum.' cevabını verdi. Üstadı Pakistan'a davet etti. Orada kendi emrine her türlü imkân, rayo istasyonu ve matbaa tahsisi edebileceklerini söyledi. Üstad buna karşılık şöyle cevap verdi:
"Kardaşım, Ali Ekber Şah! Bu hizmetleri göğüs göğüse yapmak icap ediyor. Siperin arkasında hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke'de de olsam buraya gelirdim. Asıl hizmet buradadır, cephe buradadır.'
"Üstad Hazretleri Ali Ekber'e eserlerinden verdi. Osman Çalışkan ve Dr. Tahir Barçın'la birlikte Üstad'ın yanından ayrıldık.
"Ali Ekber Şah'ı uğurlama"
"Seyyid Ali Ekber Şah, Üstadı ziyaretten son derece memnun olmuştu. Devamlı olarak, bu ziyaret imkânını bahşettiği için Allah'a hamd ediyordu. O geceyi beraberce otelde geçirdik. Üstad hakkındaki kanaatlerini sordum. 'Bu zat sırf Kur'ân'dan konuşuyor. Bu kadar fasih ve beliğ olarak Kur'ân lisanını konuşan sadece bu zatı gördüm.' diye cevap verdi.
"Sabahleyin Üstad'ın yanına gittim. Bana, 'Keçeli, keçeli! Bu zatın devlet adamı olduğunu söylemedin. Görüşmemiz yeter.' deyince ben çok üzüldüm. Adam, Üstadı tekrar ziyaret etmek istiyordu. Üstad kabul edemeyeceğini söyleyince, 'Eyvah, bir daha göremeyecek miyim?' diye ağlamaya başladı.
"Emirdağ'dan otobüsle ayrılacağımız sırada, bir de baktık ki, Üstad onu uğurlamaya gelmiş. Otobüste yan yana oturdular. Yedi-sekiz kilometre kadar beraberce gittiler. Ali Ekber tekrar görüşebilmekten dolayı çok memnundu. 'Allah'a şükür, sizi bir daha gördüm' diye seviniyordu.
"Ayrılacakları sırada Üstada bir kese altın vermek istedi. Ayrıca bir de ipek kumaş takdim etmek istiyordu. Altının hizmetlerde kullanılmasını, kumaşın da Nur talebelerinin ayaklarının altına serilmesini arzu ediyordu. Üstad uygun bir lisanla kabul edemeyeceğini bildirdi.
"Ali Ekber'i uğurladıktan sonra Zübeyir Ağabey çıkageldi. Üstad Zübeyir Ağabeye hitaben, 'Bir veziri yolcu ettik, başka bir veziri karşıladık' diye iltifatta bulundu.
"Ali Ekber Şah, ülkesine döndükten sonra Üstad'la alakalı çok sitayişkâr konuşmalar yapmıştı. El-Cumhuriyet gazetesinde de, 'Risale-i Nur, Kur'ân'ın tercümanıdır' diye yazdı. O sırada Üstada, Pakistan Dostluk Cemiyetini kurmak istediğimizi söyledik. 'Beis yok, kurun' dedi.
"Benim kabrimi kimse bilmeyecek!"
"1954 yılının yazı idi. Emirdağ'da Mustafa Acet, Sâdık ve ben, Üstad'la birlikte dağa çıkıyorduk. Bir ağacın altına gelince, Üstad orada yarım saat kadar durdu ve tefekkür etti. Sonra bizi yanına çağırdı ve şunları söyledi:
"Keçeli, keçeli! Kimse benim kabrimi bilmeyecek. Sen de bilmeyeceksin. Ben senin memleketinde vefat etmek isterim. Halilullahın civarında ölmek isterim.'
Üstad'ın bu sözlerini Mustafa Acet yazmıştı.
"Menderes'i desteklemek lâzım"
"Bir ara ben, 'Bu Menderes çok münafıktır' diyerek aleyhinde konuşmaya başladım. Üstad hiddetle, 'Sus, keçeli! Menderes'e böyle deme. O çok hizmet etmek istiyor. Fakat mâni olanlar var.' cevabını verdi. Bunun üzerine ben, 'Biz bir parti kuralım. Biz başa geçelim' dedim. Üstad,
'Eğer bugün Bayar bana dese, 'Said gel, buraya otur,' ben şiddetle reddederim. Bir cemiyette yüzde yetmiş dindar olmazsa, İslâmiyet nâmına başa geçmek cinayet olur. Memuru, mebusu senden olmadıkdan sonra İslâmiyete büyük zarar olur. Biz bütün kuvvetimizle Menderes'i desteklememiz lâzım ki, Halk Partisi iktidara gelmesin. Halk Partililerin yüzde doksan beşi masumdur. Kabahat yüzde beşindir.'
"Üstad Millet Partisinden bahsederek, 'O partide çok münafık var. Kuvvet dindarların elinde değil' dedi. Üstad bunları anlatırken bana da takılıyordu:
'Sen benim yanıma geldiğin zaman, bütün siyasî damarlarımı oynatıyorsun. Benim param olsa, seni her sene hacca gönderirim. Sen Kutb-u Âzamın elini öpüp, ona Risale-i Nur'dan bahsedeceksin.'
"Daha sonraki yıllarda Seyyid Alevî Mâlikî'ye Üstad'dan bahsettim, Beşinci Şuâ'yı okudum. 'Hâzâ sahih,' yani, 'Bu gerçekten doğrudur' dedi. Üstadı sordu, vefat ettiğini söyledim. 'Hayatta olsaydı, ziyaret eder elini öperdim' dedi. Beni nerede görse, Bediüzzaman'ın talebesi olarak iltifat eder, yanına oturturdu.
Tarihçe'deki resimler
"Tarihçe-i Hayat'taki resimlerin baş kısımlarını çizerek başı gövdeden ayırırdı. 1955' İhlâs Risalesi'ni bastırmıştım. 'Bârekellah, perdeyi yırttın. Seni tebrik ederiz' dedi.
"Emirdağ'a, 'Eddâî'nin bulunduğu formayı götürmüştüm. Üstad'la yolda karşılaştık. 'Oradaki yetmiş dokuz değil, daha büyüksünüz. Bunda da hata var' dedim. 'Keçeli, bu doğrudur. Karışma sen. Bu böylece kalsın' dedi.
Vebhâbîlik bahsi
"Vebhabîlik meselesini Üstada sordum ve Mektubat'ta onunla alâkalı kısmın konmamasının münasip olacağını düşündüğümü söyledim. 'Evet, bu bahis risalelerini İslâm âlemindeki intişarına mâni olur. Sonradan bu mesele izale olur.' dedi. "
Seyyid Salih Özcan'ın Üstada yazdığı mektup
Salih Özcan'ın Gençlik Rehberi mahkemesinin beraetle neticelenmesinden sonra Urfa'dan İstanbul'a, Üstad Bediüzzaman'a yazdığı bir mektup:
"Çok muhterem, çok aziz, çok mubarek, çok müşfik ve bütün yüksek sıfatların mazharı olan Üstadım Efendim Hazretleri,
"Evvelan: Çok mübarek el ve ayaklarınızdan tazimatla kana kana öper, dua-yı âlîlerinizi bütün ruhumla niyaz eylerim.
"Saniyen: Mahkeme beraatının bütün âlem-i İslâmda yapmış olduğu akislerin ve sevinçlerin elbette bir âciz talebelerinizi de en az o kadar sevindirmiş ve Allah'a hamd ederek, Risale-i Nur'un bir zafer-i azîmi olarak telâkki etmeleri ve istikbale ait parlak ümitler müjdelemiştir.
"Salisen: Hazret-i Üstadımız Efendimiz, birçok mecmua ve gazetelerde Risale-i Nur'un bazı parçalarını, bazen değiştirerek yazdıklarını ve hattâ maalesef istismar ettiklerini görmekle müteessir oluyoruz. Bu halleri Hazret-i Üstadımıza arz etmenin elzem olduğuna kanaat getirdik. Bütün bizleri arındıran bu hadiseler karşısında, buradaki üniversiteli Nurcular, kendi aralarında toplanarak, Büyük Nur isminde bir mecmuayı çıkarmak fikrine vardılar. Fakat bu fikri fasıl haline getirmeden önce, Hazret-i Üstadımıza arz etmeyi zarurî bulduk. Bu hususta, yüksek emirlerinize müntazırız, Efendim Hazretleri."Sevgili Üstadım; Risale-i Nur'a hizmet için, hakikata hizmet için, kusurlarımı af buyurarak en münasip şey ne ise Rabb-ı Rahim ihsan buyursun. Ve Risale-i Nur'un mübelliğ-i âzamı, istihdam-ı Nuriye ve Nur'ların merkez-i hakikîsi olan sevgili Üstadımdan emir ve fermanını el açarak bekliyorum. Hangi surette istihdam emir buyurulursa, İnşaallah lütf-u İlâhî ile muntazırım, Efendim Hazretleri. Bütün kardaşlarımız ayrı ayrı selâm ve hürmetlerini arz ederler."
El-Baki Hüve'l-Baki
Kusurlu talebeniz:
Seyyid Salih (Özcan)
(Son Şahitler kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir...)