"Beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği hususlar; hak ve hakkaniyete bir derece yanaşmış, musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak sıkıntılara maruz kalan çocuklar, masum ve mazlumları ihtiva etmektedir. Yoksa zalim münafık vb. sıfatlara haiz olanlar, zaten müstehak oldukları cezayı bulacaklardır.
Binaenaleyh şehitlikte mertebeler bulunmasından dolayı, elbette ehl-i iman olan birinin şehadet mertebesine ulaşmayacakları kanaatindeyiz. Yine de gaybı en iyi bilen Allah'tır. Yarattığı kullara nasıl muamele etmek isterse öyle muamele edecektir.
Üstad Hazretleri bu asrın tüm âlimlerinin ittifakiyle müceddid olmasından dolayı re'yini ve görüşünü ortaya koymuştur. Eğer kanaat Kur'an, hadis ve kıyas-ı fukahaya muhalif değilse, o zaman itiraza mahal bulunmamaktadır.
İslam’a göre dini ve onun esaslarını duymamış ve bilmemiş bir kimse, dinen mes’ul değildir. Yani İslam’ı tahkik edip değerlendirecek imkânı olmayan her insan ehl-i necattır ve cennete gider. İkinci Dünya Savaşı'nda, demir perde denilen komünist rejimin tecridi ve baskısı altında zulüm çeken çaresiz ve habersiz Hristiyanlar hakkında yapılan hususi bir değerlendirmedir. Üstelik umumi bir hüküm irad etmiyor.
Hususî hallerde olan bazı mazlum Hristiyanlar cennete gidebilirler. Bu yalnız Üstad'ın değil, bütün Ehl-i sünnet âlimlerin ortak görüşüdür. Bunun dışında kalan ehl-i kitab ebedî olarak cehennemliktir. Risale-i Nurlar bütün ehl-i kitabı cennetlik olarak görmüyor, bazı art niyetli cahiller bunu kasdî olarak, "Nurcular Ehl-i kitabı cennetlik olarak görüyorlar" deyip, avam insanları ifsat ediyorlar. Hâlbuki Risale-i Nur noktası noktasına Ehl-i sünnet çizgisinde olan bir meslektir. Nurcular hiçbir zaman İslam’ın ortak aklı olan Ehl-i sünnete muhalefet etmemiştir ve etmez de.
Gayr-i müslimler iman etmedikçe; ne şehid olabilirler ne de cennete girebilirler; onları ebedî bir azap beklemektedir. Kâfirlerin dünyadaki iyilikleri ancak cehennemdeki azaplarını hafifletebilir, yoksa onları oradan asla kurtarmayacaktır. Bu hükmü ispat eden yüzlerce ayet vardır. Bunlardan bazılarını takdim edelim:
"Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız." (A’raf 7/40)
"O halde içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin, denir. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!" (Nahl, 16/29)
"Meryem oğlu Mesihe, Allah diyenler, kâfir olmuştur. Allah üç ilahtan biridir diyenler kâfir olmuştur." (Maide, 5/72 ve 73)
Son din olan İslam’ı kabul etmeyen herkes, ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Bu, Kur’an ve sünnetin kat’î ve kesin bir hükmüdür. Burada en ufak bir ihtilaf ve farklı bir görüş yoktur. İslam dini geçmişteki bütün inanç ve dinlerin hükmünü iptal etmiştir. Hâlihazırda tek geçerli ve hükmü devam eden din; İslam’dır.
İslam dininin ulaşmadığı ya da bir şekilde İslam dinini işitmemiş ve muttali olmamış insanların hükmü ise; fetret ehlinin hükmü gibidir. Yani İslam ile tanışmadıkları için mes’ul değildirler ve ehl-i necattırlar.
Birinci hüküm umumî bir hükümdür, yani İslam kabul edilmedikçe kurtulmak mümkün değildir. İkinci hüküm ise hususî ve şartları olan bir hükümdür; yani bu hususî haller ve şartlar teşekkül eder de bir insan İslam’a muttali olamaz ise mes’uliyetten kurtulur. İki hükmü karıştırmamak gerekir.
Üstad'ın bu fikrinin temeli şu ayete dayanmaktadır:
“Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” (İsra, 17/15)
Yani İslam nurunu bir şekilde görüp tanıyamayan hiç kimse mes’ul değildir. Üstad Hazretleri kendi dönemindeki hâdiseleri ve savaşları İslam nurunun önünde bir engel, bir perde olarak görüyor ve o zamandaki mazlum ve çaresiz insanları bu sınıfta değerlendiriyor.
"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:"
"O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir."
"Ve madem âhir zamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir."(1)
Konunun öncesi ve sonrasından vermiş olduğumuz bu paragraflarda masum ve mazlumların Hristiyanlar olduğu açıkça anlaşılıyor. Müslüman masum bir şekilde öldüğü zaman zaten şehid hükmündedir, onun için o ibareleri “Müslümanlar” diye tevil ve tabir etmek kabil değildir. Bu masum ve mazlum sivillerin Hristiyanlar olduğu aşikârdır.
Üstad Hazretlerinin yukardaki ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, bir meseleyi konu bütünlüğü içinde değerlendirmek gerekir. Üstad Hazretleri “Hristiyanların bazı kayıt ve şartlar tahtında şehid hükmünde olacağını” söylüyor; umumî bir ifade kullanmıyor. Üstad Hazretlerinin yukarıda yapmış olduğu tespitler Kur'an ve sünnete uygun tespitlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri de bu konuda Üstad Hazretleri gibi düşünüyorlar.
İslam’a göre din ve dinin kaynaklarını duymamış, görmemiş ve bilmemiş birisi dinen mes’ul değildir. Yani İslam’ı tahkik edip, değerlendirecek imkânı olmayan her insan ehl-i necattır ve cennete gider. Üstad Hazretleri bu hususu şöyle ifade ediyor:
“Fakat zaman-ı fetrette ve وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı şâfiî ve imam-ı eşarîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”(2)
Yine bu manayı teyid eden ayetlerden birisinde şöyle buyruluyor:
“Hem Rabbin, memleketleri, ana noktasında (merkezinde), kendilerine âyetlerimizi okur bir resul göndermedikçe helâk etmez. Ve biz, ahalisi zalimler olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz.“ (Kasas, 28/59)
Ayrıca İmam Gazali bu hususta açık ve net olarak şöyle der:
“Peygamberin gönderildiğini bilmeyenler; bunlar ehl-i necattır. Bilip de inkâr edenler; bunlar ehl-i cehennemdir. Duyan fakat tahkik etmeyen, yanlış işitenler; bunların da necat ehli olması ümit edilir.”(3)
Üstad Hazretlerinin döneminde bazı ideolojik ve askeri istibdat sayesinde Rusya ve Avrupa gibi yerlerde birçok savaş ve tecritler olmuştur. Mesela Rusya'da kurulan Komünist rejim, halkı zorla ve baskı ile dünyadan tecrit etmiş, dinin bütün izlerini silmiştir. Halkın dış dünya ile irtibatını kestiği için demir perde ismi ile anılmıştır. Zalim siyasetçiler ve idareciler sayesinde masum ve zavallı halk çok çileler çekmiştir. Bu zavallı ve masum halkın içler acısı hali elbette ilahi adalet ve rahmet tarafından teraziye konulacaktır.
Bu mazlum ve masum halkın ahiret açısından durumunu Üstad Hazretleri burada değerlendirip bir içtihadda bulunuyor. Zira bu şartlar içinde olan masum insanlar fetret dönemine yakın bir hal içindedirler. Bu yüzden, fetret ehli için geçerli olan hüküm, bunlar için de geçerlidir. Bundan dolayı, bu musibetler içinde sıkıntı çeken masum insanlar, Hristiyan da olsa fetret ehli sayılırlar; ölenler bir nevi şehit gibi sevap kazanırlar ya da cehennemden kurtulurlar. Yoksa bu şartlar içinde olmayan diğer Hristiyanlar ehl-i cehennemdir ve iman etmedikçe de kurtulamazlar.
Kelime-i tevhidi bilmeyen veya ulaşamayan Hristiyanların durumu söz konusu olduğu için, bu mesele bahsi geçen hadisin şümulüne girmez. Peygamber Efendimiz (asm)'in hadiste "Kelime-i tevhidi getirmeyen cennete giremez" hükmü, duyup bilenler içindir. Duyup bildiği halde inkâr ediyor ise, o ehl-i necat olamaz, demektir.
Dipnotlar:
(1) bk. Kastamonu Lahikası, 76. Mektup.
(2) bk. Mektûbat, Yirmi Sekizinci Mektup, Sekizinci Risale.
(3) bk. İmam-ı Gazali, İslam'da Müsamaha, s. 60 (Terc. Süleyman ULUDAĞ)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Mazlum Hıristiyanlardan on beş yaşından küçüklerin şehadete erişmesi, büyük olanların ise mükafatlandırılması hangi İslami kaynağa dayanıyor?
Değerli Kardeşimiz;
Biz bir resul göndermedikçe azap etmeyiz.” İsra, 15
“Kaldı ki biz, öğüt vermek üzere uyarıcılar göndermeden hiçbir ülke halkını yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.” Şuara, 208-209
Merkezinde halka ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe rabbin memleketleri helâk etmez. Biz, ülkeleri ancak halkı zulümde ısrar edince helâk ederiz. Kasas, 59
“Eğer biz bundan önce onları bir azapla helâk etmiş olsaydık mutlaka şöyle diyeceklerdi: “Ey rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, şu zillet ve rezillik başımıza gelmeden önce ona uymuş olsaydık.” Taha,134
Bu ayetler dinin ulaşmadığı ya da bir şekilde dinin üzerinin örtüldüğü kimselerin ehli necat olacaklarını açık bir dille ifade ediyor.
“De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben hiç O’ndan başka Rab mi ararım? Halbu ki herkesin kazandığı ancak kendisine aittir. Hiç bir günahkâr başkasının günahını çekmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O vakit Allah, dünyada ayrılığa düşmüş olduğunuz şeyleri size haber verecektir.” (Enam 6/164)
Görüldüğü gibi ayette, tamamen akil-baliğ olan insanların iradî fiillerinden bahisle, sorumlu olduklarından ve sorumluluktan kurtuluşun mümkün olmadığından bahsedilir. Bu ayette vurgulanan sorumluluk, akil ve baliğ olmaya dayandığından çocukları kapsaması veya hedef alması da mümkün değildir.
“Hiç bir günahkâr başkasının günahını yüklenemez; günah yükü ağır basan kimse bu günahı taşımak için bir başkasını çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak görmeden bile Rablerinden çekinip namaz kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi yararına temizlenmiş olur. Dönüş Allah’a dır.” (Fâtır 35/18) mealindeki ayette, herkesin kendi yükünü, kendi günahını taşıyacağı, bu yükün, yakınları bile olsa kimseye devredilemeyeceği anlatılır. Bu durumda kafirlerin sorumlu olmayan çocuklarının anne ve babalarının durumuna tabi olması ve ona göre yargılanması adalet ve hukuk açısından mümkün değildir.
Sahabeden Enes’e (r.a.) nisbet edilen bir rivayette Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Müşriklerin (bulûğa ermeden ölen) çocukları cennet ehlinin hizmetçileridir.” Abdurrezzak, el-Musannef, XI, 117; Taberânî, el-Mucemu’l-evsat, II, 302
Ebu Davud’da nakledilen bir rivayete göre Hz. Peygamber’e kim cennettedir şekilde bir soru sorulmuştur. Bu soruya O (s.a.v.) şu şekilde cevap vermiştir: “Nebî cennettedir, şehid cennettedir, yeni doğan (ve bulûğa ermeden ölen) çocuk cennettedir.” Abdurrezzak, el-Musannef, XI, 117; Taberânî, el-Mucemu’l-evsat, II, 302
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Allah razı olsun. Peki mazlum hıristiyanların on beş yaşından büyük olan kısmının mükafatlandırılması hangi İslam kaynağına dayanıyor?
Üstadın bahsettiği savaştaki mazlum ve on beş yaşından büyük olan hıristiyan kesimi İslam'ı gereğince bilse bile ehl-i fetretten mi sayılır?
Çocukta şehitlik mükafatı, büyük olarak yani yetişkin hatta veli olarak mi verilecek çünkü zaten masumlar yoksa bu şehitlik ebedi çocuk olarak kalsalar da yüksek bir makam olarak mi anlasilmali ?
Üstadımız on beş yaşına kadar olanlar ne dinde olursa olsun şehit hükmündedirler demektedir. Şehitlik makamına çıkmış çocukların cennette 33 yaşında haşrolmaları hikmetin bir gereğidir. Zira şehitlik makamı cennette yetişkinlerin elde ettiği bir makamdır.
Ayrıca farzları yerine getiren çocukların vefat ettiğinde cennette büyükler gibi haşrolmaları da bu manayı teyit etmektedir.
Şehitlik aynı zamanda velilik makamıdır. Masum ve mazlum bir şekilde şehit olan çocuklar ahirette yetişkin ve veli makamında olacaklar.
Sinn-i teklif on beş yaş mıdır? Daha önce büluğa erenler mükellef değil mi?
İklim ve coğrafya, insan bedeninin gelişimi üzerinde çok tesirli iki sebeptir. Sıcak memleketlerde bedenin gelişimi hızlı seyrederken, soğuk memleketlerde bu seyir daha yavaş ilerlemektedir. Dolayısı ile kızların âdet görmesi de bulunduğu coğrafyaya ve iklime göre değişir.
Ergenlik yaşı erkek çocuklarında ekseriyetle on iki ile on beş, kız çocuklarında ise dokuz ile on beş yaşları arasında olur.
Erkek çocuk büluğa erdiğini, rüyada ihtilam olması ile kız çocuğu ise aybaşı veya âdet denilen hâlin ortaya çıkmasıyla bilir.
İnsanın bundan sonra namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri yerine getirmesi farzdır.
Sıcak memleketteki dokuz yaş ile soğuk memleketteki dokuz yaş arasında bariz fark olabilir. Bu yüzden, azami ergenlik yaşı on beş ile ifade edilmektedir. On beş yaş ergenlik için azamî sınırdır, diyebiliriz. Üstadımız da bu azamî sınıra dikkat çekmiştir. Yoksa "Bu yaştan önce ergenlik olamaz" diye bir ifade kullanmıyor.