Bir insana "Bediüzzaman" demek şirk midir, âyet ve hadisler ışığında izah eder misiniz?

Bir insana "Bediüzzaman" demek şirk midir, âyet ve hadisler ışığında izah eder misiniz?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bazı mihrakların, bilinmez bir hevesle ucuz propaganda yöntemiyle “Çamur at izi kalsın.” kabilinden dinimizin dinamikleri hükmündeki âlimlere saldırarak devirmeye ve böylece safi zihinleri bulandırmaya çalışmaları, zamanımızda -maalesef- bir moda haline gelmiştir.

Bizler burada samimi ve hakkı arayan kardeşlerimize bir ışık tutmaya ve yollarını aydınlatmaya çalışacağız. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır.

1. Allah’ın bütün isimleri aynı özellikte midir?

Cenab-ı Hakk'ın bir kısım isimleri Zatî isimlerdir ki, bu isimler, zatına hastır ve bunlar kesinlikle bir insana verilemez. Mesela Samed ismi, “Her şey ona muhtaç, o ise hiçbir şeye muhtaç olmayan.” anlamındadır. Bu ismin bir insan için kullanılması doğru olmaz. Keza Kuddûs ismi “Takdis edilen, mukaddes olan.” demektir ki, insanın böyle olamayacağı aşikârdır.

Allah’ın bazı isimleri ise zatına has olmayıp, mecazen insanlar için de kullanılabilir. Mesela, Allah’ın Adil ve Kerim gibi isimleri insanlara verilebilir, çünkü insan adaletli ve cömert olabilir. Bunun sonucu olarak mesela “Allah adildir.” dediğimiz gibi “Ömer adildir.” de deriz. Bu, -haşa- Hz. Ömer’i ilahlaştırmak anlamına gelmez.

Burada gözden kaçırılmaması gereken mesele şudur; “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız.” mealindeki تَخَلَّقُوا بِاَخْلاَقِ اللّٰهِ (1) hadis-i şerifi kaidesiyle, Cenab-ı Hak kendi güzel ahlakıyla ahlaklanmamızı istiyor. Her kazandığımız güzel ahlak, Allah’ın o ahlakla ilgili olan ismine de mazhar olmamıza vesile olmaktadır. İşte adaletli olmakla Adil, şefkatli olmakla Rahim, ilim sahibi olmakla Âlim ismini ve sıfatını almamız gibi.

2. Mecazi manaları hakiki manalarla karıştırmak cehalettir…

Türkçe'de kelimelerin gerçek, mecaz, yan, deyim, kinaye, somut, soyut, dolaylama anlamları vardır. Kelimeler, insanlar tarafından farklı anlamlarda kullanılabilir. Sadece gerçek anlamı doğru, ötekiler yanlış diyen kişi, dilden anlamadığını ortaya koyar.

Mesela: Dünkü maçta kolu kırılan çocuk, okula gelemedi. Ağacın kollarından biri fırtınada gövdesinden ayrıldı. Okulda müzik koluna başkan seçildim. Düşman dört bir koldan saldırıya geçti. Bu cümleleri incelediğimizde; “kol” sözcüğünün;

I. cümlede “insanın organı, vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm”,

II. cümlede “ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal”,

III. cümlede “iş takımı, ekip”,

IV. cümlede ise “kanat, taraf” anlamlarında kullanıldığını görüyoruz.

Bu örnekte görüldüğü gibi, bir kelime, farklı cümlelerde farklı anlamlar kazanabilir.

Arapça'da da hakikat ve mecaz çok yoğun bir şekilde kullanılır. Ayrıca lafzı müşterek yani çok anlamlı kelimeler ve lafzı müteradif yani eş anlamlı kelimeler her dilde olduğu gibi Arapça’da da vardır ve bunlar Kur’an içerisinde de kullanılır. Bunlara dikkat etmeden bir kelimeye tek bir anlam yüklemek ve değerlendirmelerin hepsini o anlam üzerinden cahilce yapmak, büyük bir cinayettir.

3. Allah’ın isimlerinin insanlara verilebildiğine dair Kur’anda örnekler var mıdır?

Kur’an’da bazı ilahi isimlerin hem Allah (c.c) hem de insanlar için kullanıldığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Mesela, şu ayete bakalım:

اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ “ Rabbiniz şüphesiz Rauf ve Rahîm’dir.” (Nahl, 16/ 7)

Allah’ın Rauf - Rahîm olması, burada Onun engin şefkat ve merhametini ifade etmektedir. Bu iki isim Hz. Peygamber (a.s.m) için de şöyle kullanılmıştır:

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da Rauf – Rahîmdir. (çok şefkatli ve merhametlidir). (Tevbe, 9/128)

Keza, Allah’ın isimlerinden biri Melik’tir. (Haşir, 59 / 23) Kur’an’da bu isim, “hükümdar” anlamında insanlar için de kullanılmaktadır.(bk. Yusuf, 12/43, 50) Şüphesiz Allah’ın Melik olmasıyla insanın melik olması, aynı olmaları anlamına gelmez. Çünkü tesmiyede müşareket, mahiyette iştiraki gerektirmez. Başka bir ifadeyle tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez. Yani iki farklı varlığa aynı ismi kullandığımızda, bu onların aynı mahiyette oldukları anlamına gelmez. İnsan için kullanılan melik unvanı mecazi olup onun belli bir coğrafi alana hükmetmesini ifade eder. Ama Allah’ın Melik olması hakiki olup, ezelden ebede kadar bütün mülk ve saltanatın Ona ait olmasını anlatır.

Durum böyleyken din adına ahkâm kesmeye çalışan bazılarının “Celaleddin Rûmi’ye ‘Mevlana’ diyemezsiniz, Mevla Allah'tır.” demeleri büyük bir cehalettir. Oysa Allah için “Mevlana” denildiği zaman “Rabbimiz, sahibimiz”; Peygamber veya insanlar için denildiği zaman ise “dostumuz” veya “efendimiz” anlamları kastedilmiş olur.(bk. Diyanet Fetva Kurulu)

Aynı şekilde "Said Nursi’ye ‘Bediüzzaman’ diyemezsiniz, Bedi’ Allah'tır." demeleri de tam bir cehalettir, Kur'anın ve sünnetin bütünlüğünden habersiz bir şekilde ileri geri konuşmaktır.

4. Peygamberimizin esma-i hüsnadan sahip olduğu bazı isimleri

Hz. Peygamberin (a.s.m), hadiste ve âlimler arasında ifade edilen çok isimleri vardır. Bu isimlerden bazılarına baktığımızda, Cenab-ı Hakk'ın isimleriyle aynı olduklarını görüyoruz: Birkaçını görmeye çalışalım:

  1. Vekîl: Allah’ın emirlerini noksansız tebliğ ederek insanlara yönlendiren.

  2. El-Mâhî: Küfür kendisiyle mahvedilen.

  3. Hâmid: Allah’a hamdi çok seven.

  4. Mahmûd: Kemalatla övülmüş.

  5. Vahîd: Mahlukatın hiçbirisi kendine eşit olmayan.

  6. Tâhir: Bütün ayıplardan tertemiz.

  7. Seyyid: Peygamberlerin ve mü’minlerin efendisi.

  8. Kayyim: Ümmetin işlerini elinde tutan.

  9. Muhyî: Kalpleri dirilten.

  10. Şehîd: Kıyamet günü tam şahitlik edecek olan.

  11. Nûr: Bütün vücudu nur olan.

  12. Mucîb: Davete icabet eden.

  13. Afüv: Suçları çok affeden.

  14. Velî: Yakın dost.

  15. Hak: Davetinde batıl olmayan.

  16. Kavîy: Allah’ın emrini yerine getirmekte güçlü.

  17. Kerîm: Cömert olan.

  18. Metîn: Allah’ın emrini sağlam yapan.

  19. Berr: Hayırlı amellerin her çeşidini işleyen.

  20. Rauf: çok şefkatli.

  21. Rahim: merhametli.

5. Said Nursi; “Bediüzzaman” lakabı için nasıl cevap veriyor?

Said Nursi’ye bu konuda şöyle sorulur:

“Sen imzanı bazen “Bediüzzaman” yazıyorsun. Lakap medhi (övülmeyi) ima eder.

"Cevap: Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi, garip demektir. Benim ahlakım, suretim gibi ve üslub-u beyanım, elbisem gibi gariptir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, (muhakemeleri ve üslupları) benim üslup ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım, 'bedi', acip demektir. اِلَىَّ لَعَمْر۪ى قَصْدُ كُلِّ عَج۪يبَةٍ ٭ كَاَنّ۪ى عَج۪يبٌ ف۪ى عُيُونِ الْعَجَٓائِبِÖmrüm hakkı için, nedense bütün acaiplikler beni buluyor. Sanki acaibin gözünde dahi ben bir acibeyim! ifadesine” masadak oldum. Bir misali budur: Bir senedir İstanbul’a geldim, yüz senenin inkılabatını gördüm.”(2)

Üstad'ın bu cevabını özetlersek; çoğu âlim ve şeyhler hediyeleri sünnet niyetiyle alırken, ömrü boyunca kimseden hediye kabul etmeyip amcasının bile çorbasını içmemiş, normal halktan biri bile sakal bırakırken sakal bırakmamış, ifadeleri yüksek perdeden kurup muhatabın cümleleri çözmeleri için gayret göstermelerini istemiş, âlimler makamlarına uygun elbise giyerken bir delikanlı elbisesi giymeyi tercih etmiş, acip ve garip bir şahsiyet görünümünde olmuştur.

Başka bir yerde ise, bu ünvanın aslında kendisine değil, bu asrın hidayet vesilesi olan Risale-i Nurlar için verildiği hususunda şöyle diyor:

Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatim olmadığı halde, bana verilen 'Bediüzzaman' lâkabı benim değildi. Belki Risale-i Nur’un mânevî bir ismiydi; zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.(3)

6. Tarihte Bediüzzaman lakabını kullananlar olmuş mudur?

Bediüzzaman Said Nursi’den önce de bu ifade başka âlimler için kullanılmış, onların yaşadıkları zamandaki değerleri, bu lakap ile ifade edilmiştir. Mesela, Arap edebiyatında önemli bir âlim olan Bediüzzaman el-Hemedani (v.398/1008) için bu lakap kullanılmıştır. Bu büyük zat için “Edebiyatın sırrına ve özüne Bedîüzzaman kadar vâkıf, onun gibi sihirli ve veciz bir üslûba sahip kimse ne görüldü ne de böyle birinden bahsedildi... O son derece şaşırtıcı ve daha önce bilinmeyen bir edebî üslûba sahipti.”(3) değerlendirilmesi yapılmıştır.

Ayrıca, büyük bir bilim adamı olan Bediüzzaman Ebu’l-İzz İsmail el-Cezeri(4) gibi parlak zatlar için bu ifade kullanılmıştır. Bu bilgiler ışığında meseleye baktığımızda Bedi' isminin beşer için bir sıfat ve lakap olarak kullanılabileceğini, beşer için kullanıldığında ne anlama geldiğini daha iyi öğrenmiş oluyoruz.

Burada mühim olan şudur; bu lakabı bu zatlar kendi kendilerine kullanmamış, zamanın kanaat önderleri ve hangi kelimenin ne anlama geldiğini iyi bilen Arapça dil uzmanı kişiler tarafından verilmiş ve diğer otoriteler de bunu reddetmemişlerdir. Said Nursi’ye de bu lakap, Siirt’in mühim ve makbul âlimleri tarafından "Harikulâdeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme mâlikiyetine şahit olan ehl-i ilim, Molla Said’e 'Bediüzzaman' lâkabı" verilmiştir.(5) O zamandan bu zamana, samimi ve aklı başında bütün İslam âlimleri tarafından bu lakap reddedilmemiş ve hürmetle kullanılmıştır.

7. Sonuç

Bazı ilahi isimlerin beşer için de kullanılabileceğini yapılan bu açıklamalardan açıkça gördük. Bedi’ isminin Allah’a (c.c) isnad edildiğinde hakiki anlamıyla kullanıldığını ve Allah’ın (c.c) zat, sıfat ve fiil açısından eşsiz ve benzersiz olduğunu ifade ederken, beşer için kullanıldığında ise çağdaşları arasında bazı alanlarda öne çıkan, harika ve kendine has özellikleri olan, isminden söz ettiren manalarına geldiğini görüyoruz.

Dolayısı ile ortada bir şirkten bahsetmek, hem bu ulemaya ve onlara bu unvanları uygun gören zatlara hakaret, hem de onların haklarına bir zulümdür. Eğer Kur’an ve sünnete aykırı bir durum olsaydı, asla bu âlimlerimiz o ifadenin kullanılmasına müsaade etmezlerdi; onlar kullansaydı bile devrin diğer âlimleri böyle bir durum karşısında asla sessiz kalmayıp itiraz ederlerdi…

Dipnotlar:

(1) bk. el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl II, 284.
(2) bk. Hutbe-i Şamiye.
(3) bk. TDV, İslam Ansiklopedisi, Bediüzzaman el Hemedani.
(4) bk. age., Bedîüzzamân Ebü’l-İzz İsmâîl b. er-Rezzâz el-Cezerî, 12.13. yüzyıl.
(5) bk. Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 29.069
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...