Cenâb-ı Hakk'ın yetmiş bin perde arkasında olmasını nasıl anlayabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Yetmiş bin perde, İlahî isimlerin tecelli mertebeleri olarak açıklanıyor. Mesela, şu ibarelere bakalım:
“...Bütün mevcudatı kat’edip, cüz’iyetten çıkıp, külliyetin meratibinde gitgide binler hicablardan geçip, tâ bütün mevcudata muhit bir ismine yanaşır, ondan daha ileride çok meratibi kat’eder. Sonra bir nevi kurbiyete müşerref olur.”(31.Söz)
Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, her bir İlâhî ismin bile nice perdeleri, nice tecelli mertebeleri var.
Yine Nur Külliyatı'ndan Miraç Risalesi'nde, yetmiş bin perdenin, “berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’al ve tabakat-ı mevcudat” olduğu ifade edilir.
Bir başka bahiste ise, Cenâb-ı Hakk'ın “huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfatî yetmiş binler hicabdan geçmek” gerektiği vurgulanır.
“ … Hâlık-ı Zülcelâl her şeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nurânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin mahlûkiyetindeki cüzî mertebesinden tut, ta bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla, mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.”(24.Söz)
İşte miraÇ mucizesiyle Allah Resûlü her bir ismin küllî tecellilerine şahit olmuş, her bir müşahedesi sonunda küllî inkişaflara mazhar olmuştur. Üstad'ın da işaret ettiği gibi, esmâdaki küllî tecellileri seyr ede ede yetmiş bin perde geçilerek “bütün kâinatı arkada bırakmak”la “mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetiş”iliyor ve “daire-i sıfâta yanaş”ılıyor. Bundan sonraki safha ise zât-ı İlâhîyi rü’yet makamına çıkmaktır.
“Maddî ve ekvanî” şeklinde tavsif edilen zulmanî perdeler şu gördüğümüz madde âlemidir; bunlar bir önceki vecizede “tabakat-ı mevcudat” şeklinde ifade edilmişlerdir. Nuranî perdeler için “esmaî ve sıfatî” denilmiştir. Bu perdeler, İlâhî isimlerin ve sıfatların farklı mertebelerdeki tecellileridir. Bunlardan “berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’al” olarak bahsedilmiştir.
Kâinatta sergilenen sonsuz eserlerden hangisine baksak, Allah’ın o eserde tecellî eden ilim ve hikmetini, kudret ve kemâlini hayretle seyrederiz. Ve çok iyi biliriz ki bu hayret, olması gerekenin sonsuzda biri kadardır. Çünkü biz ancak bir-iki sahada mütehassıs olabiliriz. Hâlbuki bu âlemde her saha ayrı bir ilim dalı olarak karşımıza çıkar. Ve yine biz, bu sonsuz eserlerden sadece o anda gördüğümüz veya düşündüğümüz bir eseri düşünür ve inceleriz. Bütün bir âlem ve sonsuz eserler o anda bizim nazarımız dışında kalırlar.
Her gün seyrettiğimiz çiçeklerle bile aramızda nice perdeler var. Biz sadece ilk perdeye bakıyor, birkaç çiçeğin şekline, rengine hayran oluyoruz. Hâlbuki bir botanik âlimi için bir tek çiçeğin bile her bir özelliği ayrı bir tefekkür penceresidir, ama bu pencereler bize kapalıdır.
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’inde insan ve kâinat hakkında birçok tefekkür levhaları sergiliyor. Şu var ki, yıldızları birer nokta, Güneş'i bir lamba kadar gören şu gözlerimiz, kâinatın tümünü seyredebilmekten ne kadar aciz ise, aklımız da bu âlemi ve içindekileri anlama hususunda en az o kadar yetersizdir.
Soframıza dizdiğimiz nimetlerde Allah’ın Rezzak ismini çok küçük bir perdede okuyabiliriz. O anda üç dört nimeti, yine üç dört kişi yemektedir. Şehrimizdeki yüz binlerce insanı, sofraları başında hayal etsek, Rezzak ismini daha geniş bir perdede seyretme imkânı buluruz. Bu yüz binleri, milyarlara taşıyalım.
İnsanlar âlemine, bir milyonu aşkın hayvan türünü de ilave edelim. İçinde bulunduğumuz zamanı genişletelim; geçmiş asırları düşünelim, gelecek nesillere nazar edelim. Her defasında bu İlâhî ismin tecellilerini daha geniş bir dairede temaşa etmiş oluruz. Rezzak ismi gibi bütün isimlerin de böyle en küçük daireden, en geniş dairelere kadar nice tecellileri var.
Bütün bu daireler “berzah-ı esma” ifadesiyle bize ders veriliyor.
Bir başka açıdan:
Üstad Hazretleri, Sözler adlı eserinde, Kur’an’ın, “yetmiş bin perdelerden geçerek, fehm ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıttığını ve nurunu neşrettiğini” ifade eder. Bu kâinat kitabı gibi, Kur'an-ı Kerim de perde perde mânâlarla sarılı, iç içe nice sırlar ve hikmetlerle dolu. Bir perde seyredilmeden ikincisine geçilemiyor. O İlâhî fermanın membaı olan kelam sıfatına gerçek mânâda muhatap olmak için, beşerin önünde sayılamayacak kadar perdeler var.
Sahabeleri, müçtehitleri, mücedditleri, bütün evliya ve asfiyayı ve nihayet tüm müminleri aynı Kur’an’ın terbiye ettiği düşünülürse, o kelam-ı Rabbanî ile aramızda yetmiş bin perde olduğu açıkça görülür. Bütün bitkiler aynı güneşe yüzlerini dönerler, ama her biri kendi kabiliyetine göre ondan istifade eder ve feyiz alırlar. Bir bahçedeki her ağaç aynı toprağa dikilmiş, aynı su ile sulanmıştır, ama her birinin başında ayrı meyveler boy göstermiştir.
Kâinat kitabı ve Kur’an-ı Kerim... Her ikisinde de yetmiş bin perde var. İnsanoğlu kalp, ruh ve akıl sahasında mesafe kat ettikçe farklı tecellilere mazhar olacak ve Rabbini tanıma vadisinde her an biraz daha yol alacaktır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar