"Yetmiş bin perde tabir olunan berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’âl ve tabakat-ı mevcudatın arkasına kadar kat’-ı meratip edecektir. İşte mi’rac budur. Yine hatıra geliyor ki: Ey müstemi! Sen kalbinden diyorsun..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Yetmiş bin perde tabir olunan berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’âl ve tabakat-ı mevcudatın arkasına kadar kat-ı meratip edecektir. İşte mi'rac budur."
"Yine hatıra geliyor ki: Ey müstemi! Sen kalbinden diyorsun ki, 'Nasıl inanayım? Her şeyden daha yakın bir Rabbe, binler sene mesafeyi katedip yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra onunla görüşmek ne demektir?'" (Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.)
Bu risalede, yetmiş bin perdenin, “berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’al ve tabakat-ı mevcudat” olduğu ifade ediliyor. Bir başka bahiste ise, Cenâb-ı Hakk'ın “huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmani ve nurani, yani maddi ve ekvani ve esmai ve sıfati yetmiş binler hicabdan geçmek” (bk. age., On Altıncı Söz.) gerektiği vurgulanır.
“Maddi ve ekvani” denilen zulmani perdeler şu gördüğümüz madde âlemidir; bunlar bir önceki vecizede “tabakat-ı mevcudat” şeklinde ifade edilmişlerdir. Nurani perdeler için “esmai ve sıfati” denilmiştir. Bu perdeler, ilahi isimlerin ve sıfatların farklı mertebelerdeki tecellileridir ve yine bir önceki vecizede “berzah-ı esma ve tecelli-i sıfat ve ef’al” olarak kaydedilmiştir.
Tabakat-ı mevcudattan bir misal:
Kâinatta sergilenen sonsuz eserlerden hangisine baksak, Allah’ın o eserde tecelli eden ilim ve hikmetini, kudret ve kemalini hayretle seyrederiz. Ve çok iyi biliriz ki bu hayret, olması gerekenin sonsuzda biri kadardır. Çünkü biz ancak bir-iki sahada mütehassıs olabiliriz. Hâlbuki bu âlemde her saha ayrı bir ilim dalı olarak karşımıza çıkar. Ve yine biz, bu sonsuz eserlerden sadece o anda gördüğümüz veya düşündüğümüz bir eseri inceleriz. Bütün bir âlem ve sonsuz eserler o anda bizim düşüncemizin dışında kalırlar.
Her gün seyrettiğimiz çiçeklerle bile aramızda nice perdeler var. Biz sadece ilk perdeye bakıyor, birkaç çiçeğin şekline, rengine hayran oluyoruz. Hâlbuki bir botanik âlimi için bir tek çiçeğin bile her bir özelliği ayrı bir tefekkür penceresidir, ama bu pencereler bize kapalıdır.
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’inde insan ve kâinat hakkında birçok tefekkür levhaları sergiliyor. Şu var ki, yıldızları birer nokta, Güneş'i bir lamba kadar gören şu gözlerimiz, kâinatın tümünü seyredebilmekten ne kadar aciz ise, aklımız da bu âlem ve içindeki varlıkları bütün incelikleriyle anlama hususunda en az o kadar yetersizdir.
Berzah-ı esmaya bir misâl:
Soframıza dizdiğimiz nimetlerde Allah’ın Rezzâk ismini çok küçük bir perdede okuyabiliriz. O anda üç dört nimeti, yine üç dört kişi yemektedir. Şehrimizdeki yüz binlerce insanı, sofraları başında hayal etsek, Rezzâk ismini daha geniş bir perdede seyretme imkânı buluruz.
Bu yüz binleri, milyarlara taşıyalım. İnsanlar âlemine, bir milyonları aşkın hayvan türlerini de ilave edelim. İçinde bulunduğumuz zamanı genişletelim; geçmiş asırları düşünelim, gelecek nesillere nazar edelim. Her defasında bu ilahi ismin tecellilerini daha geniş bir dairede temaşa etmiş oluruz.
Rezzâk ismi gibi bütün isimlerin de böyle en küçük daireden, en geniş dairelere kadar nice perdeleri, nice tecellileri var.
Bütün bu daireler “berzah-ı esma” ifadesiyle bize ders veriliyor.
İşte mi’rac mucizesiyle bu tecellilerin tümü seyredilmiş, ilahi sıfat ve fiillerin bütün icraatları müşahede edilmiş ve mevcudat tabakalarının tamamı çok gerilerde bırakıldıktan sonra, bütün bu mülk âleminin yegâne Maliki, tek Hâlıkı ve Hâkimi olan Cenâb-ı Hakk’ın rü’yetine mazhar olunmuştur.
Yakınlık ve Uzaklık:
Cenâb-ı Hak maddeden münezzeh olduğundan ona yakınlığı mekân ve mesafe olarak düşünemeyiz. Yakınlık, onun marifetinde terakki etmek, esma ve sıfat tecellilerini daha geniş dairelerde seyretmek, kemaline daha çok hayran olmak, cemaline daha ziyade muhabbet etmek demektir. Bu yakınlığın meyvesi ise rızaya ermek ve saadet yurdu olan cennete ulaşmaktır. Ve cennet, yakınlığın en ileri tezahürü olan rü’yetin tahakkuk edeceği kutlu mekândır.
Uzaklık ise, Allah’ın varlığından gafil olmak, kulluk şuurundan uzak bulunmak, ibadet görevinden kaçmakla meydana gelir. Bu risalede uzaklık ve yakınlık için iki harika misal verilmiştir.
Birinci misal:
"Cenâb-ı Hak her şeye, her şeyden daha yakındır. Fakat her şey, ondan nihayetsiz uzaktır. Nasıl ki Güneş'in şuuru ve konuşması olsa, senin elindeki ayna vasıtasıyla seninle konuşabilir. İstediği gibi sende tasarruf eder. Belki ayine-misal senin göz bebeğinden sana daha yakın olduğu halde, sen dört bin sene kadar ondan uzaksın, hiçbir cihette ona yanaşamazsın. …" (Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.)
Güneş, ışığıyla bize bizden daha yakındır. Gözümüzün içinde iş gördüğü halde biz ondan milyonlarca kilometre uzakta bulunuyoruz. Cenâb-ı Hak da esma, sıfat ve fiil tecellileriyle bedenimizin bütün hücrelerinde, ruhumuzun bütün duygularında iş gördüğü halde, biz O’nun bu mucize tasarruflarından çoğu zaman gaflet ederiz. Zaten bu gaflet ile hayatımızı devam ettiririz. Mesela, insanda yüz trilyon hücre bulunduğunu ve her saniyede elli milyon hücrenin öldüğünü ve bir o kadarının da yeniden yaratıldığını her an bilsek ve görsek hiçbir iş göremez ve perişan oluruz.
Bizim bir başka uzaklığımız da Allah’ın zatını idrakten sonsuz derece uzak olmamızdır. Biz ancak onun esma tecellileri olan şu varlık âlemini bir derece tanır ve biliriz.
İkinci misalde, bir kumandanın emrindeki bir nefere çok yakın olduğu halde neferin ona muhatap olmaktan çok uzak olduğu nazara verilir. O nefer, mekân olarak kumandanın yanında da bulunsa onu tanımaktan çok uzaktır. Bu neferin rütbeleri ilerledikçe kumandana yakınlığında da ilerleme olur. Ve ona daha ileri derecede muhatap olur.
"Hem mesela bir nefer, kumandan-ı azamın şahs-ı maddîsinden çok uzaktır. O nefer, kumandanını onbaşılıkta gördüğü küçük bir numune ile gayet uzak bir mesafede, maddi çok perdeler arkasında ona bakar... Halbuki kumandan-ı azam; emriyle, kanunuyla, nazarıyla, hükmüyle, ilmiyle -sureten olduğu gibi manen de kumandan ise- bizzat zatıyla o neferin yanında bulunur, görür." (bk. age.)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü