Gayr-i müslimler ve Ehl-i kitabın ahiretteki durumları ne olacak? Gayrimüslimlere cennet, Müslüman olmadıkça haram mı, bunun Kur'an-ı Kerim'de yeri var mı?
Değerli Kardeşimiz;
Gayri müslimler iman etmedikçe ne necat bulabilirler, ne de cennete girebilirler; onları ebedi bir azap beklemektedir. Kafirlerin dünyadaki iyilikleri ancak cehennemdeki azaplarını hafifletebilir, yoksa onları oradan asla kurtarmayacaktır. Bu hükmü ispat eden yüzlerce ayetler vardır. Biz bunlardan bazılarını takdim edelim:
"Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız." (A’raf, 7/40)
"O halde içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin" denir. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!" (Nahl, 16/29)
"Meryem oğlu Mesihe, Allah diyenler, kâfir olmuştur. Allah üç ilahtan biridir diyenler kâfir olmuştur." (Maide, 5/72, 73)
Son din olan İslam’ı kabul etmeyen herkes ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Bu hüküm Kur’an ve sünnetin kati ve kesin bir hükmüdür. Burada en ufak bir ihtilaf ve farklı bir görüş yoktur. İslam dini geçmişteki bütün inanç ve dinlerin hükmünü ve geçerliliğini iptal etmiştir. Halihazırda tek geçerli ve hükmü devam eden din İslam'dır.
Ehlikitap, ancak batıl inançlarını bırakıp sahih bir şekilde Hazreti Muhammed (sav)‘a iman ederlerse cennete girebilirler. Yoksa kesinlikle ebedi olarak cennete giremezler. Ehlikitabın kafir ve küfür içinde olduğunu beyan eden çok ayet ve hadisler vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Yahudiler: 'Uzeyr, Allah'ın oğludur.' dediler; Hıristiyanlar da: 'Mesih, Allah'ın oğludur.' dediler. Kendi ağızlarının sözüdür bu. Kendilerinden önce inkâr edenlerine sözlerine benzetme yapıyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da yüz geri çevriliyorlar!"
"Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet / kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok, o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O." (Tevbe, 9/30 ve 31)
"İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hristiyandı, ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi." (Âl-i İmran, 3/67)
"Andolsun 'Şüphesiz Allah Meryem oğlu Mesih'tir.' diyenler küfre düşmüştür. De ki: 'O eğer Meryem oğlu Mesih'i onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır Allah her şeye güç yetirendir.'" (Maide, 5/17)
"Andolsun 'Şüphesiz Allah Meryem oğlu Mesih'tir.' diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği (şudur): 'Ey İsrailoğulları benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin Çünkü O kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır onun barınma yeri ateştir Zulmedenlere yardımcı yoktur.'" (Maide, 5/72)
İslam dininin ulaşmadığı ya da bir şekilde İslam dinini işitmemiş ve muttali olmamış insanların hükmü ise, fetret ehlinin hükmü gibidir. Yani İslam ile tanışmadıkları için mesul değildirler ve ehli necattırlar.
Birinci hüküm genel bir hükümdür. Yani İslam kabul edilmedikçe kurtulmak mümkün değildir. İkinci hüküm ise özel ve şartları olan bir hükümdür. Yani bu özel haller ve şartlar oluşur da bir insan İslam’a muttali olamaz ise, mesuliyet ondan düşer. İki hükmü karıştırmamak gerekir.
Üstad Hazretleri bu zamanda bu hükmü şu şekilde değerlendiriyor:
“Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm) bir lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda hazret-i İsa'nın din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazret-i İsa'ya mensup Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.”(1)
Üstad'ın bu fikrinin temeli şu ayete dayanıyor.
“Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” (İsra, 17/15)
Yani İslam nurunu bir şekilde görüp tanıyamayan herkes mesul değildir. Üstad Hazretleri kendi dönemindeki olayları ve savaşları İslam nurunun önünde bir engel, bir perde olarak görüyor ve o zamandaki mazlum ve çaresiz insanları bu kapsamda değerlendiriyor. Bu bir içtihad meselesidir; Üstad içtihadını bu doğrultuda değerlendiriyor.
1918'de Bolşevik devriminin gerçekleşmesi ile dünyada ideolojik bir kamplaşma ve bloklaşma meydana gelmiştir. Komünist devriminin sahibi Rusya ve yandaşları, kendi halklarına müthiş bir mezalim ve izolasyon uygulamıştır. Bu da, ora halklarının dünya ile iletişiminin kopmasına sebep olmuştur. Böyle olunca masum ve mazlum halk üzerindeki bu izole ve soyutlama, ister istemez fetret hükümlerini akla getiriyor. Acaba Komünizm baskısı altındaki masum ve mazlum halkların İslam açısından hükümleri nedir. İşte Üstad ehli sünnetin ittifak ile kabul ettiği fetret hükümlerini, bu masum ve mazlum halka tatbik ediyor.
Bu tatbik ve içtihadın İslam ile çelişen hiçbir yönü yoktur. Bazı saf ve cahiller tecrit ve izolenin kalktığı ve iletişimin en üst seviyeye ulaştığı bu zamanın şartları ve gözlüğü ile meseleyi değerlendiriyorlar. Halbuki bu hüküm değişkendir, bazen şartlar onu gerektirirken, bazen aksini gerektirebilir. Yani burada önemli olan şartların oluşmasıdır. Bu şartların en önemlisi; insanların İslam nuruna muttali olup olmaması meselesidir. Şayet bir insan İslam nuruna muttali değilse, mesul de değildir. Bu hüküm değişmez; ama bazen şartlar bu hükmü askıya alır, bazen de gerekli kılar.
(1) bk Kastamonu Lâhikası, 76. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar