"Harika kerâmâtım yok ki, bu hakâiki onunla ispat edeyim. Ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celb edeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukulü teshir edeyim." Burada ne demek isteniyor?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Hazretleri bu meseleyi şu şekilde izah ediyor:
"İ'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakk'ın verdiği nimetleri söyleyip ilân ve tahdis-i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kastıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh, ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki:"
"Her bir nimetin iki veçhi vardır. Bir veçhi insana aittir ki, insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebep olur. Mucib-i fahr olur, sarhoş olur. Mâlik-i Hakikîyi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür."
"İkinci veçhi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilân, in'âmını ifşa, esmâsına şehadet eder. Binaenaleyh, tevazu, ancak birinci vecihte tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle mânevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa, kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet, şöylece bir içtimâları var:"
"Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama, başka bir adam 'Ne kadar güzel oldun.' dediğine karşı, 'Güzellik paltonundur.' dediği zaman, tevazuyla tahdis-i nimeti cem etmiş olur."(1)
Allah’ın insanlar üstünde sayısız nimetleri vardır. Bu nimetleri insan kendinden bilirse, gurur ve kibir olur; inkâr edip gizlerse, bu da küfran-ı nimet olur ki, her iki durum da manevî bir hastalıktır. Yani insanın üstünde görünen nimetleri kendinden bilmesi nasıl caiz değilse, aynı şekilde o nimetleri yok sayıp inkâr etmesi de caiz değildir.
Bu yüzden, tahdis-i nimet dediğimiz nimeti Allah’tan bilip, bu nimeti üzerinde izhar ve ilan etmek yolunu takip etmeliyiz. Tevazu hasletini bu çerçevede anlamak iktiza ediyor. Tevazu aslında nimeti haktan bilip insanlar üstünde faziletfürüşluk taslamamaktır. Yoksa nimeti görmezlikten gelip saklamak tevazu değil, küfran-ı nimettir.
Üstad Hazretlerinin zahiren inkâr gibi görünen bu ifadeleri gurur ve nimeti kendinden bilmek hastalığına bir göndermedir. Yoksa Üstad Hazretleri, sayılan o nimetlerin hepsini kemali ile üstünde gösterip ilan etmiştir. Ama asla bu nimetleri kendinden bilmemiştir.
Ayrıca Üstad Hazretlerinin Risale-i Nurlar ve kendi hayatı hakkında söylediği her söz ve ifade tahdis-i nimet kabilindendir ve caizdir. Zira nimeti Allah’tan biliyor. Birçokları da -hâşâ- bu manayı anlamadığı için "Said Nursi kendini övgü ile satıyor, hodfürüşluk ediyor" demişler. Halbuki gurur ve küfran-ı nimet kötü ahlaklardandır.
Üstad’ın aşağıdaki ifadeleri de bu iddiaları tamamen çürütmektedir.
Kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim." (26. Mektup)
“Sözler'deki Hakaik ve Kemalât, benim değil Kur'an’ındır ve Kur'andan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer Âyât-ı Kur'aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair Risaleler dahi umumen öyledir.” (Mektubat)
“Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” (Mektubat)
“Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakk'a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.” (Mektubat)
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü