Risaleleri yazmak ibadet midir? Mürekkebin şehit kanıyla muvazenesi ve elle yazmanın sevabı hususunda ne dersiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad'ın İhlas Risalesinde geçen bir mektubundan yola çıkarak bir değerlendirme yapalım:
"Yazıda usanan ve ibadet ayları olan Şuhur-u Selâsede sair evrâdı, beş cihetle ibadet sayılan (HAŞİYE) Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim."
"BİRİNCİSİ: يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاۤءِ بِدِمَاۤءِ الشُّهَدَاۤءِ (ev kemâ kàl). Yani, 'Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep şehidlerin kanıyla muvazene edilir, o kıymette olur.' ”
"İKİNCİSİ: مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِأَةِ شَهِيدٍ (ev kemâ kàl). Yani, 'Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.' ”
"Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sufîmeşrep kardeşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız."
"Eğer deseniz: 'Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz.' "
"Elcevap: Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi, hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız."
(Haşiye)
"Bu kıymetli mektubda Üstadımızın işaret ettiği beş nevi ibadetin kendilerinden izahını talep ettik. Aldığımız izah aşağıya yazılmıştır.
1- En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmektir.
2- Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmektir.
3- Müslümanlara îman cihetinde hizmet etmektir.
4- Kalemle ilmi tahsil etmektir.
5- Bâzen bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır." (Yirmi Birinci Lem'a, Bir Mektup)
Üstad Hazretlerinin yukardaki izahlarından Risale-i Nur'un yazılmasının bir nevi ilimle meşgul olmak hükmünde olmasından dolayı hadisin kapsamına girdiği anlaşılıyor. Lakin şartlar ve ortam hadisin umumiliğini hususileştiriyor. Yani hadisin manasında her ilimle meşgul olmak ya da her zaman için sünnete ittiba etmekle o sevap kazanılır manası yoktur. Şartlar çok ağır ve zor olduğunda bir sünneti tatbik etmek bazen yüz şehit sevabını kazandırır. Yoksa şartlar kolaylaştıktan ve ortam yazının manasını hafiflettikten sonra aynı sevabı ummak hata olur. Sıcacık evinde ihtiyaç yokken yazılan yazı ile Üstad'ın şiddetli döneminde yazı yazmak, sevap noktasından aynı kefede olamazlar.
Ama sevaptan da mahrum kalmaz. Matbaanın yaygınlaşması ve yazının kolaylaşmasından dolayı revaçta olan şey, Nurları okumak ve tebliğ etmektir. Bu zamanda Risale-i Nurlar ile meşgul olmak onu okumak ve anlatmak en mühim bir vird ve en mühim bir ibadettir. Risale-i Nurlar ile meşgul olmakta hem tefekkür sevabı hem zikir sevabı hem de imanı kuvvetlendirme durumu vardır. Belki diğer zikir ve virdlerle ancak zihinler yorulduğu zaman meşgul olunabilir.
Bu zamanda Risale-i Nurlar ile meşgul olmak, ilimle meşgul olmak demektir. Risale-i Nurların hizmetinde ecel gelirse, ilim yolunda ecel geldi demektir. Üstad Hazretlerinin "Eski medreselerin on beş yılda verdiği ilmi Risale-i Nurlar on beş haftada veriyor." "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir" demesi meselemize de işaret eder.
"Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar." (Mektubat, Beşinci Mektup)
Risale-i Nur'u bir yıl anlayarak ve kabul ederek okuyan, zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olduğu gibi, kırk senede elde edilen velayet makamını kırk dakikada istidadı olana verebilir. Böyle bir eser ile meşgul olmak elbette bütün meşguliyetlerin üstündedir.
Yazı bir vesiledir, maksat değildir. Maksatlar bakidir; ama vasıtalar değişebilir. Bir zaman diliminde çok önem arz eden bir vasıta, başka bir zaman diliminde yerini başka vasıtalara devredebilir. Ama maksat daimidir, her zaman lazımdır.
Hatt-ı Kur’an maksat ve esastır, bu sebeple daimi ve bakidir. Hatt-ı Kur’an’ı yazı ile muhafaza etmek, Üstad'ın döneminde vasıta olarak çok mühimdi. Şimdi hatt-ı Kur’an’ı matbaa ve başka vasıtalarla muhafaza etmek daha mühim hale geldi. Yani maksat devam ederken, vasıtalar yer değiştirdi.
Bu hakikatin Kur’an ve hadislerde de benzerleri vardır.
Mesela; Allah düşmanlara karşı hazırlıklı olmayı emrediyor. "Düşmanlara karşı at besleyin" buyuruyor. Şimdi düşmana karşı hazırlıklı olmak esastır ve maksattır, değişmez; ama düşmana karşı at besleyin emri, zamanın şartlarına göre değişir. Şimdi atın yerine top, tüfek ve füze yapmak gerekir. Ayetin zahir manasını esas alıp, “Ben attan başka bir şey beslemem” demek yanlış olur. O dönemin en güzel savaş vasıtası at ve ok iken, şimdi tank ve füzedir. Ama düşmana hazırlıklı olmak ayeti her daim geçerlidir.
Hatt-ı Kur’an’ı el yazısı ile muhafaza etmek Üstad'ın döneminde çok elzemi idi, şimdi ise bu iş, başka vasıtalarla yapılıyor. Bu yüzden, "ille de el yazısı" diye ısrar etmek doğru değildir. Ama yazanlara da "neden yazıyorsun" demek ve tenkit etmek doğru olmaz. Neticede yazmak hâlihazırda da bir ibadettir. Dileyen yazar ibadet sevabını alır, dileyen matbusunu alıp okur öyle sevap kazanır. İki tarafın da birbirlerini itham etmesi doğru olmaz.
Geniş ve hoşgörü ile meselelere bakarsak, ortada sorun ve niza kalmaz inşallah.
Amellerin sevap ve fazileti, şartların ve zamanın durumuna göre değişiklik arz edebilir. Bazı zor şartlarda ve zamanlarda küçük bir amel, çok büyük sevap ve fazilet kazandırırken aynı amel; rahat şartlarda ve zamanlarda o sevabı kazandırmaz.
Mesela; ölüm tehlikesi olan sınırda nöbet tutan bir asker ile tehlikesi olmayan rahat bir yerde nöbet tutan askerin aynı ameli, sevap ve fazilet noktasından farklıdır. Birisi bir saatlik nöbetine bir senelik sevap kazanırken; diğeri aynı bir saatlik nöbetine belki bir saatlik sevabı ancak kazanabilir.
Üstad'ın döneminde şartlar ve zamanın durumu çok ağır ve zor idi. Matbaa yok, şiddetli bir baskı var, üstelik Kur'an hattını bilen az, bu gibi şartlar içinde Risale-i Nur'u yazmak bir sene ibadet sevabını kazandırabiliyordu. Lakin şimdi matbaa var, baskı gitmiş, yazıya ihtiyaç kalmamış. Elbette bu zamanı o zaman ile aynı kefeye koymak doğru bir yaklaşım olmaz.
Şimdi Risale-i Nur'u, Kur'an hattı ile yazmak bir ihtiyaçtan ileri gelmediği için, belki sadece Kur'an hattını talim ve muhafaza niyeti ile yazıldığından sevap kazanır ama; Üstad'ın dönemindeki sevapla aynı olmaz kanaatindeyiz.
Bu zamanda, yazmanın yerini okumak ve okuduğunu hayata tatbik etmek ve hayatına tatbik ettiğini bir başkasına tebliğ etmek almıştır.
Yani bu zamanda Risale-i Nur talebesinin vazifesi; Risale-i Nur'u talim, tatbik ve tebliğdir. Yazmak hususi bir meşguliyet derecesindedir, diye düşünüyoruz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü