Ahiretten sadece Peygamber Efendimiz mi haber vermiştir, yoksa diğer peygamberler de davalarında bahsetmişler midir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Ahiret hayatına iman etmek, Allah’a iman etmekten sonra en mühim ikinci iman rüknüdür. Bu sebeple her peygamber ümmetine ahiret hayatından bahsetmiş ebedî saadeti kazanmak için ümmetlerini teşvik etmiştir. Bu semavi dinlerin müşterek noktasıdır, değişmesi ya da eksik bırakılması asla mümkün değildir. Yani bir peygamberin ümmetine ahiret hayatından haber vermemesi mümkün değildir.

Lakin kâinatta tekâmül kanunu hükmettiği için, yani her şey basitten mükemmele doğru tedricen seyrettiği için, ilk peygamberlerin dönemi ile Peygamber Efendimiz (asv)'in dönemi arasında anlayış ve idrak noktasından azim farklılıklar vardır. İlk peygamberlerin dönemindeki insanlar ilkokul mesabesinde iken, Peygamber Efendimiz (asv) dönemindeki insanlar lise ve üniversite seviyesindedir. Öyle ise talim ve terbiye de buna göre olacaktır; ilkokulda basit, sade, özet bir eğitim ve öğretim verilirken, lise ve üniversitede daha kapsamlı ve daha tafsilatlı olarak verilir. Bunun gibi peygamberler ümmetlerine dini talim ederken, onların seviyesine uygun bir şekilde bahsediyor.

Ümmetleri ilkokul mesabesinde olan peygamberler ümmetlerine ahiret hayatından bahsederken, Peygamber Efendimiz (sav) veya Kur’an-ı Kerim gibi tafsili ve detaylı değil, basit ve hulasa bir şekilde bahsediyorlar. Peygamberler arasında ancak böyle bir fark vardır, yoksa hiç bahsetmemişler demek mümkün değildir.

Üstad Hazretleri bu hakikate şu şekilde işaret ediyor:

"İkinci sır: Enbiya-yı sâlife, niçin haşr-i cismanî gibi bir kısım erkân-ı imaniyeyi bir derece mücmel bırakmışlar, Kur'ân gibi tafsilât vermemişler; sonra ümmetlerinden bir kısmı, ileride o mücmel olan erkânı inkâra kadar gitmişler? Hem niçin hakikî ârif olan evliyanın bir kısmı yalnız tevhidde ileri gitmişler? Hattâ derece-i hakkalyakîne kadar gittikleri halde, bir kısım erkân-ı imaniye onların meşreplerinde pek az ve mücmel bir surette görünüyor. Hattâ, onun içindir ki, onlara tebaiyet edenler, ileride o erkân-ı imaniyeye lâzım olan ehemmiyeti vermemişler; hattâ bazıları sapmışlar. Madem bütün erkân-ı imaniyenin inkişafıyla hakikî kemal bulunur, niçin ehl-i hakikat bazısında çok ileri ve bir kısmında çok geri kalmışlar? Halbuki, bütün esmânın mertebe-i âzamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve bütün kütüb-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur'ân-ı Hakîm, bütün erkân-ı imaniyeyi vâzıh bir surette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir."

"Evet, çünkü hakikatte hakikî kemâl-i etem öyledir. İşte, şu esrarın hikmeti şudur ki:"

"İnsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin, iktidarı cüz'î, istidadı muhtelif, arzuları mütefavit olduğu halde, binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharrî eder. Onun için, hakikatin keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor; bazılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor; bazıların kabiliyeti, bazı erkân-ı imaniyenin inkişafına menşe olamıyor. Hem esmânın cilvelerinin renkleri mazhara göre tenevvü ediyor, ayrı ayrı oluyor; bazı mazhar olan zat, bir ismin tam cilvesine medar olamıyor. Hem külliyet ve cüz'iyet, ve zılliyet ve asliyet itibarıyla, cilve-i esmâ başka başka suret alıyor; bazı istidat cüz'iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre bazan bir isim galip oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor; o istidatta onun hükmü hükümran oluyor. İşte, şu derin sırra ve şu geniş hikmete, esrarlı, geniş ve hakikatle bir derece karışık bir temsille bazı işaretler ederiz."(1)

Peygamber Efendimiz (sav)'in haşri ispat etmesi, en güzel şekilde izah edip göstermesi, diğer peygamberleri de temsil ediyor. Yoksa sadece o göstermiş de başka peygamberler göstermemiş demek değildir. Peygamber Efendimiz (asv) bütün nübüvvet ağacının en son ve en kâmil bir meyvesi olmasından dolayı, temsil ve vekâlet hakkı ona düşüyor.

Talime ihtiyaç duymak ile talimin keyfiyeti farklı şeylerdir. Her insan, her dönem talime ve terbiyeye muhtaçtır. Lakin her insanın ve her dönemin talim ve terbiye keyfiyetleri ve usulleri birbirinden farklıdır. Bir bebeğin talimi ile yetişkin bir insanın talim ve terbiyesi bir değildir.

Mesela, bir bebek yemeye ve içmeye muhtaçtır ama yetişkin birisinin yiyip içtiği şeyleri yiyip içemez. Zira bebeğin bünyesi ve yaşı o yemekleri kaldıramaz. Biz, madem bebek yemeğe muhtaçtır, öyle ise her şeyi yiyebilir diyemeyiz.

Kâinatta tekâmül kanunu hükmettiği için, her şey basitten mükemmele doğru yavaş yavaş gelişip ilerliyor. İnsanlığın eğitim seviyesi de aynı kanuna tabi olduğu için, ilk insanların döneminde idrak ve mizaçları bir derece basit idi, tıpkı insanın bebeklik ve çocukluk dönemi gibi. Allah böyle bir içtimaî yapıya uygun peygamberler ve şeriatlar göndermiştir.

Hâtem-ül Enbiya Efendimiz (asm.)’ın tesis ettiği İslâmiyet en son din olduğundan, diğer dinlerden daha ihatalı, daha mükemmel, daha üstündür. Geçmiş peygamberlerin şeriatları ancak İslâm diniyle ikmal olmuştur. Dinin hakikatlerini neşirde bütün peygamberler, Hz. Peygamber’in (sav.) yardımcıları ve vekilleridir. Zira sonra gelen peygamberin ve getirdiği dinin, evvelkilerden daha mükemmel olması tedric kanununun bir muktezasıdır. Her hak din zatında mukaddestir. Ancak, peygamberler faziletçe birbirinden üstün oldukları gibi, getirdikleri ahkâmlar da birbirinden daha üstün ve daha ihatalıdır.

O dönemlerde haberleşme ve ulaşım vasıtaları gelişmediği hatta olmadığı için, insanlar birbirinden habersiz idiler. Böyle olunca, hepsini eğitip doğruya sevk etmek için ayrı dinler ve peygamberler gerekiyordu. Bu yüzden her kavme ayrı bir din ve peygamber gönderilmiştir.

Eski dönem peygamberleri o insanları iptidaî bir usul ve talim ile terbiye etmişlerdir. İptidaî talim usulü onların ihtiyaç ve seviyelerinden dolayıdır. Onların gafletini izale etmek için de keyfiyet derinliği gerekmiyor, tezkir ve te’kit yeterlidir. Bir genci terbiye ve ıslah etmek için; “cehennem var, aklını başına al demek” kâfi idi.

“Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasını iktiza eder.” (İşaratü'l-İ’caz, Bakara Suresi 4. Ayetin Tefsiri.)

Geçmiş peygamberlerin zamanındaki insanların anlayış ve bilgi seviyeleri daha düşük olduğundan dinleri de onların idraklerine uygun idi.

“Geçmiş peygamberler ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasıdır. İbtidaî derslerde izah az olur.” (Şualar, On Birinci Şua, Yedinci Mesele)

Mesela, Hazret-i İsa’ya (as.) gönderilen İncil’deki, iman, ahlâk, fazilet, irşad, hikmet ve irfan gibi birçok hakikatler, Tevrat’tan daha şumüllüdür.

Zaman geçtikçe insanların ilimleri ve tecrübeleri gelişerek terakki ettiğinden, sonra gelen her dinin de önceki dinden daha kâmil ve daha ihatalı olması hikmetin muktezasıdır.

Maddî ve manevî terakkinin, dünyevî ve uhrevî saadetin ve her türlü hayır ve faziletin esası, kanun-u İlâhi ve mürşid-i Rabbanî olan İslam’dır.

(1) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 4.396
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...