"Bâtın", "Hadd", "Matla", "Zâhir" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Zahir dış, batın ise iç demektir.

Şu görünen âlem, göremediğimiz nice sırlar taşıdığı gibi, Kur’an-ı Kerim de ilk hatıra gelen manasının ötesinde nice nükteler taşır. Peygamber Efendimiz (asm) “Kuranın zahiri, batını, haddi, matlaı vardır” hadisiyle Kur’anın mana zenginliğine işaret eder.

Zâhir; akıl ve mantığın kabul ettiği makul ve faydalı ilimler.

Bâtın: eşyanın mahiyetine vakıf olma ve bu sahada terakki etmek.

Matla; zahir ve batın manalarının birleştiği nokta.

Hadd; külli varlığın müşahedesine erdiren yoldur. Kâinat ve kâinatta olan varlıklarda tecelli eden sıfat ve isimleri müşahede etmek.

Hadiste belirtilen “zahir, batın, had, matla” ifadeleri yoruma açıktır. Bazıları “zahiri tilavet, batını fehim, haddi helal ve haram, matlaıvaad ve vaid gibi esrarıdır” şeklinde yorumlamışlardır.

Sabunî, “zahiri ehl-i ilme görülen mana, batını erbab-ı hakikatın muttali olduğu esrar” şeklinde değerlendirir.

Keza, “Ayetin zahiri lafzı, batını te’vilidir” denilmiştir. Kur’anda zikredilen kıssaların zahiri önceki ümmetlerin helakini haber vermektir, batını ise, başkalarına ibreti ifade eder.

Kur’an zahiri ve batınıyla bir bütündür. Nasıl ki lafız ve mana bir ve beraber mütalaa edilir; insan beden ve ruhuyla mükemmel bir sistem oluşturur. Onun gibi, Kur’anın zahir ve batın manaları da muazzam bir bütünlük içindedir. Sadece zahire veya batına bakmakla Kur’anı hakkıyla anlayamayız. Zerkeşî’nin ifadesiyle “Zahiri iyi bilmeden batına ulaşılamaz. Ulaştığını söyleyen, kapıyı geçmeden evin ortasına ulaştığını iddia edene benzer.”

Kur’anın sadece zahirine göre hüküm vermek Zahirilik mezhebini, sadece batınına dikkat etmek Batınilik ekolünü, zahiri kabulle beraber ince batıni manaları görmeye çalışmak da İşarî Tefsir mektebini netice vermiştir.

Büyük Müfessir Hamdi Yazır şöyle der:

“Şüphe yok ki Kur’an apaçık bir Arapça ile inmiştir. Kur’anın dili, bilmece ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir. Ve şüphe yok ki nasslarda asıl olan, bir karine-i mania olmadıkça, zahiri üzere hamlolunmaktır. Bununla beraber, Kur’anınÜmmü’l-Kitap olan muhkematının yanında 'hafi, müşkil, mücmel ve müteşabihatı; hakikatı, mecazı, sarihi, kinayesi, istiaresi, temsili, tansısi, îmâsı, belağatının nükteleri, tarizleri, telmihleri remizleri' de vardır. Bütün bunlarda en açık olan mana maksud olmakla beraber, müstetbeat-ı terakib denilen ve tâli derecede matlup olan nice ifadeler de vardır... Herhalde zahirilikte ifrat etmek de, batınilikte ifrat etmek kadar zararlıdır.”

Belağatın zirvesinde yer alan Kur’an ayetlerini sadece zahirine göre yorumlamak insanı yanıltabilir. Zira Kur’an ayetlerinde medih suretinde zem, emir suretinde tehdid, haber suretinde emir... görmek mümkündür.

Evet, Kur’anın sarahat manası olduğu gibi, işari manaları da vardır. Onun sarahati bir manaya açıkça delalet etmesidir. İşaretinin de remz, ima, telvih, telmîh gibi dereceleri vardır. Mesela; İhlâs Suresi’nde ifade buyrulan; “O doğurmadı ve doğurulmadı.” Bediüzzaman Hazretleri Lemaat adlı eserinde; “tagayyür, tenasül, tecezzi edenlerin, Hz. İsa (as.) ve Hz. Üzeyr’in (as.), keza melaikelerin, sebeplerin, tabiatın ve ukul-u aşere safsatasında dile getirilen on aklın” ilahlıklarının da bu ayetin işari ve remzi manalarıyla reddedildiğini ifade eder. Demek ki, “Doğuranlar ve doğanlar ilah olamazlar” sarahat manasıdır. Hazret-i İsa ve Hz. Üzeyir’in (as.) ilah olamayacağı işari, meleklerin Allah’ın kızları oldukları vehmini reddetmek remiz, hiçbir sebebin tesirinin olmadığı da ima gibi manaları ihtiva eder.

Mesela bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir.” (Fetih Suresi, 48/10)

Cenab-ı Hak, cisimden münezzeh olduğundan O’na el isnat edildiğinde akıl ile nakil arasında muhalefet görünür. Bu durumda akıl esas alınarak nakil tevil edilir. Bu kaideye binaen tefsir âlimleri ayette geçen “el” kelimesini “Allah’ın kudretinin ve gücünün her şeye yettiği” şeklinde tevil etmişlerdir.

Meselâ, “Münafıkları elim bir azapla müjdele!” (Nisa, 138) ayeti zahiren müjde ifade etse de hakikatte bir “tehekküm”, yani ince bir alay bildirir.

Kâfirlere yönelik; “Dilediğinizi yapın!” (Fussilet. 40) ayeti tehdit ifade eder.

“Anneler evlatlarını iki yıl emzirirler” (Bakara, 233) ve “Boşanmış kadınlar evlenmeden üç hayız müddeti beklerler” (Bakara, 228) ayetleri haber suretinde birer emirdir.

“İhramdan çıktığınızda avlanın” (Maide, 2) ve “Cum’a namazını kıldığınızda yeryüzüne dağılın.” (Cum’a, 10) ayetleri ise emir suretinde ibaha (müsaade, mübah görme) ifade ederler. Yani “ihramdan çıktığınızda avlanabilir, Cum’ayı bitirince dağılabilirsiniz.” demektir. Yoksa her ihramdan çıkanın avlanması, Cum’a namazı bitiminde herkesin dağılması gerekmez.

Evet, zahir ve batın ilimlerle tekâmül etmiş mülk ve melekût âleminin sırlarına ve nurlarına mazhar olmuş âlimlerin ekseriyeti müçtehid mesabesindedir. Onlar keskin anlayış, mevzulara derin vukuf ve engin görüşleri ile asırlarının güneşi olmuşlardır. Onlar Kur’an-ı Kerim’in derin manalarına vâkıf olmuş, bir dalgıç gibi o hakikat ve marifet denizinin en derinliklerine dalarak oradan nice marifet cevherlerini ve hakikat zümrütlerini çıkarıp âlem-i insaniyetin istifadesine sunmuşlardır.

- "İşarî Mânâ" ve "İşarî Tefsir" ne demektir?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
B
Okunma sayısı : 10.031
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...