Kur'an-ı Kerim "Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid" devirlerinden bahseder mi?

Soru Detayı

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur'da, Kur'an-ı Kerim'in "Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine" îma ettiğini söylediği yeri izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Âlem-i İslâm için en dehşetli asır, altıncı asır ile Hülâgû fitnesi ve on üçüncü asrın âhiri ve on dördüncü asır ile Harb-i Umumî fitneleri ve neticeleri olduğu münasebetiyle, bu cümle makam-ı ebcedî ile altıncı asra ve evvelki cümle gibi الْعَزِيزِالْحَمِيدِ kelimeleri ile bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder."(1)

"Her bir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan her birisinin hadîsçe شُجُونٍوَغُسُونٍ tâbir edilen füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır."(2)(*)

şeklini alır.* Hadiste belirtilen "zahir, batın, had, muttala" ifadeleri hakkında başka yorumlar da vardır. Bedîüzzaman’a göre (mealen),

“...Kur’an’ın lafızları öyle bir tarzda vaz'edilmiş ki, her bir kelâmın, hattâ her bir kelimenin, hattâ her bir harfin, hattâ bazen bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor. Her bir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir."(3)

Şimdi bu kelimeleri teker teker açıklayalım:

Zahir: Ehl-i ilme göre açık olan manadır. Nitekim çoğu fıkıh ve tefsir kitaplarındaki manalar buna dâhildir. Elbette ki Kur’an’ın muhkemat tabir edilen ve tevile ihtiyaç duymayan ayetleri de böyledir. Bunu tilavet ve lafız ile ve hatta Kur’an’da zikredilen kıssaların zahiri önceki ümmetlerin helakini haber vermek ile tevil edenler de vardır.

Bâtın: Erbab-ı hakikatın muttali olduğu sırlardır. Ancak bunu da Kur’an’ı anlama ve hatta Kur’an kıssalarının başkalarına ibreti ifade etmesi olarak da değerlendirmişlerdir.

Hadd: Bunu helal ve haram yahut Kur’an’ın ulaşılabilecek nihai manaları ve sırları olarak açıklayanlar olmuştur. Bazıları ise Hadd-i muttala’ı beraber kullanarak Kur’an’ın en derin ve en ince manalarının bile mutlaka bir izah vechi ve yolu olduğuna işaret eder demişlerdir.

Muttalaʿ: Vaad ve vaʿîd gibi sırlara işaret eder diyenler olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın yüce kitabında tenezzülat-ı ilahiye kabilinden kullarına olan tecellisi şeklinde açıklayanlar da olmuştur. Bazıları da nüzul-ü İsa gibi ancak Allah’ın bildiği sırlar şeklinde açıklamışlardır.(4)

Şücûn ve gusûn: Bu kelimeleri en güzel açıklayan ise yine Bedîüzzaman olmuştur: Bunlar hadîsçe "şücûn ve gusûn" tabir edilen füruatı, işaratı, dal ve budakları manasınadır.(5)

Kur’an zahiri ve batınıyla bir bütündür. Nasıl ki lafız ve mana bir ve beraber mütalaa edilir; insan bedeni ve ruhuyla mükemmel bir sistem oluşturur. Onun gibi, Kur’an’ın zahir ve batın manaları da muazzam bir bütünlük içindedir. Sadece zahire veya batına bakmakla Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla anlayamayız. Zerkeşî’nin ifadesiyle “Zahiri iyi bilmeden batına ulaşılamaz. Ulaştığını söyleyen, kapıyı geçmeden evin ortasına ulaştığını iddia edene benzer.”

Kur’an’ın sadece zahirine göre hüküm vermek Zahirilik mezhebini, sadece batınına dikkat etmek Bâtınilik ekolünü, zahiri kabulle beraber ince batıni manaları görmeye çalışmak da İşârî Tefsir mektebini netice vermiştir.

Büyük Müfessir Hamdi Yazır şöyle der:

“Şüphe yok ki Kur’an apaçık bir Arapça ile inmiştir. Kur’an’ın dili, bilmece ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir. Ve şüphe yok ki, naslarda asıl olan, bir karine-i mânia olmadıkça, zahiri üzere hamlolunmaktır. Bununla beraber, Kur’an’ın Ümmü’l-Kitap olan muhkematının yanında 'hafi, müşkil, mücmel ve müteşabihatı; hakikatı, mecazı, sarihi, kinayesi, istiaresi, temsili, tansısi, îmâsı, belâgatının nükteleri, tarizleri, telmihleri remizleri' de vardır. Bütün bunlarda en açık olan mana maksud olmakla beraber, müstetbeat-ı terakib denilen ve tâli derecede matlup olan nice ifadeler de vardır... Herhalde zahirilikte ifrat etmek de batınilikte ifrat etmek kadar zararlıdır.(X)

İşte bu bilgiler ışığında şu esaslı kaide söylenebilir: Kur'an bir tek manaya veya açık ifade edilen malumatlara münhasır değildir. Dolayısıyla ebced ve cifir dediğimiz tekniklerle, ilham dediğimiz ilahi yardım ile bazı manaları, bazı büyük âlimler çıkarabilmiştir. Muhakkik âlimler bunlara itiraz etmedikçe, "Bunlar doğrudur" denmiş ve kabul görmüştür.

İşte Üstadımız "evvelki cümle gibi الْعَزِيزِالْحَمِيدِ kelimeleri ile bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder" ifadesinde geçen ve ayetin bir parçası olan الْعَزِيزِالْحَمِيدِ cümlesinden, "bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder" diyerek, Kur'an’ın bir zenginliğini ortaya koyar. Buna itimadı olanlar kabul eder, itimat etmeyenler ve kabul etmeyenler mesul olmaz.

Dipnotlar:

(1) bk. Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dokuzuncu Ayet.
(2) bk. age., Yirmi Dördüncü Ayet ve Ayetler.
(*) bk. İbn-i Hibban, El-Sahih, I, 276; Taberani, Mu’cem, X, 105 vd.; ikinci kısım ise İbn-i Abbas tarikiyle İbn-i Ebi Hatım tarafından nakledilmiştir.
(3) bk.
Sozler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şua, Birinci Lem’a.
(4) bk. Mahmud Alusi, Ruh’ul-Maʿânî, c. I, sh. 7; Zekeşi, El-Burhan fi Ulum el-Kur’an, c. II, sh. 169; Suyuti, el-İtkan fi Ulum el-Kur’an, 4/225-226.
(5) bk. Bedîüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Envar Neşriyet, İstanbul 1996, s. 94-95.

(X) Bu makalenin tamamına ulaşmak için tıklayınız:

- İŞÂRÎ TEFSİR, CİFİR İLMİ VE BEDÎÜZZAMAN.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.131
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Adem68474

İlk alıntıyı biraz daha açar mısınız?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Cengiz Han’ın torunu olan Hülâgû Han, 8 Şubat 1265’te öldü. Bu iki şahıs, “zalimlikte sınır tanımayan dede ile torun” sıfatları ile tarihe geçti.

Evet, bu iki dehşetli imparatorun, sadece İslâm tarihi değil, dünya tarihi ölçeğinde bakıldığında da, zalimlikte emsâline rastlanmayan kişiler olduğu görülüyor. Hülâgû, dedesinden miras olarak devralmış olduğu zulümkârlığı en uç noktasına kadar götürmüş, hatta yer yer dedesini dahi geride bırakabilmiş bir kanlı zalimdir.

Bu iki zâlimin dehşetli fitnesinden hem âyet, hem hadis, hem de Hz. İmam-ı Ali îmâlı ve işarî bir şekilde haber veriyor. Bu haberler ise, Risâle-i Nur’un muhtelif bahislerinde (19. Mektup, 1. Şuâ, 18. Lem’a...) zikrediliyor.

Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerinde 93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olmuş Hem Osmanlı Devleti'nin batı sınırındaki Tuna (Balkan) Cephesi'nde, hem de doğu sınırındaki Kafkas Cephesi'nde savaşılmıştır. Savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti, çok ağır bir yenilgi almıştır.

Sonunda batıdaki Osmanlı savunma hatlarını kıran Rus ordularının önü açılmış, dirençle karşılaşmadan İstanbul'un eşiğine (Yeşilköy) kadar ilerleyerek Osmanlı Devleti'nin varlığını tehdit etmiş ve bunun sonucunda Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır.

Bu devirlerden sonra Birinci dünya savaşı ve Osmanlının yıkılması bu dönemin en büyük hadisesidir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...