Bediüzzaman Said Nursi’nin "Bana yazdırıldı!" demesi şirk midir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Keramet ile mucizenin, vahiy ile ilhamın farkını bilmeyenlerin, iyiliklerin Allah’tan kötülüklerin ise nefisten kaynaklandığını anlayamayanların veya bildikleri halde görmezden gelenlerin ortalığı karıştırmak adına yaydıkları fitnelerden birisi de Bediüzzaman gibi bazı ehl-i velayet ve ehl-i ilmin “Bunlar bana yazdırıldı.”, “Bunlar bana ilham edildi.”, “İhtar edilen bir mühim mesele.” gibi ifadelerini şirke ve küfre delil saymalarıdır. “Bu ifadeleri kullananlar, kendilerine peygamberlik makamını yakıştırıyorlar.” diyerek, insanları bu mübarek zatların eserlerinden mahrum bırakmaktadırlar.

Bizler burada bile bile hakikati bildiği halde gizleyen kişilere elbette diyecek bir şey bulamayız. Lakin bu gibi ifadelerin altyapısını bilemeyen bazı samimi insanlar, bu gibi propagandalara aldanıp, değerli ve hakikatli mürşitlere mesafeli durarak eserlerinden ve feyizlerinden mahrum kalmaktadırlar. Bizler bu çalışma ile samimi mümin kardeşlerimize ışık tutarak yollarını aydınlatmaya gayret edeceğiz inşallah….

Vahiy ile İlham’ın Farkı

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ
"Rabbin bal arısına vahyetti."
(Nahl, 16/68)

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا * بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا
"O gün yer, bütün haberlerini rabbinin ona vahyettiği şekilde anlatır." (Zilzal, 99/4-5)

ayet-i kerimelerinde geçen “vahiy” kelimesini tefsir âlimlerimiz “ilham” olarak açıklamışlardır. Yani Allah ayetin açık ifadesiyle, hayvanlara ve cansızlara ilham vermektedir.

Evet, hayvanat ilhamlarından avam-ı nas ilhamlarına, avam-ı melaike ihamlarından, evliya ilhamlarına ve büyük meleklerin ilhamlarından vazifeli insanların ilhamlarına kadar ilhamın çok çeşitleri olduğunu Ehl-i sünnetin kabul ettiği, bir hakikattir. Hatta bu kadar geniş bir sahada kendini gösteren İlâhî ilhamdan, âhir zaman fitnesinin ve hastalıklarının tedavisi için ömrü boyunca uğraşan ve manevî hekimlik yapan bir büyük mücahid ve mürşidin mahrum bırakılmasını hangi mantıkla kabul edebiliriz.

Üstad Hazretleri, risalelerin çoğunun kalbe doğan manalar manasında “ilham ve sünuhat” olduğunu, Risale-i Nur’un mesâili ilimle, fikirle, niyetle ve kastî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlakayla sünuhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor.”(1) ifadeleriyle açıkça beyan etmiştir.

Bu ilahî ihsanın ilan edilmesi meselesine gelince, ehl-i iman bunları tahdis-i nimet olarak beyan ediyor, aksine hareket etmeyi وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ "Fakat Rabbinin nimetinî anlat da anlat." (Duha, 93/11) ayetinde ifade edilen manaya zıt kabul edip, nimetleri gizlemek ve bir nevi nankörlük olarak değerlendiriyorlar.

Bediüzzaman bu nimetlerin kendisine ihsan edilmesinin kendi maharetinden değil, üstlendiği davanın altında ciddi kıvranmasından dolayı ilahi bir ikram olduğunu şöyle ilan eder: “Dert benimdir, deva Kur’anındır.”

Kur’an’dan ilhama mazhar olanlara bir misal:

Hz. Musa dünyaya geldiği sıralarda Mısır’a hükmeden Firavun, Benî İsrail’in erkek çocuklarını öldürtmektedir. Oğlunun da öldürülmesinden endişe eden Hz. Musa’nın annesine şu ilâhî teselli gelir:

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

“Musa’nın (a.s) annesine vahyettik, Çocuğunu emzir, Onun başına bir şey gelmesinden korktuğunda onu (sandık içinde) denize bırak. Korkma ve üzülme! Biz onu tekrar sana kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız.” (Kasas, 28/7)

Burada geçen "ona vahyettik" ifadesinin ilahi tekellüm hükmünde olan bir ilham olduğunu ehl-i tefsir ifade etmektedir. Bu ilham anlamında kullanılan vahiy ifadesinin Kur’anda peygamber olmayan birisi için açık bir şekilde kullanılması konumuza ışık tutması açısından çok manidadır.

Buhari'de geçen bir hadis-i şerifte ise, Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuş:

قَدْ كَانَ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ رِجَالٌ يُكَلَّمُونَ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَكُونُوا أَنْبِيَاء فَإِنْ يَكُنْ مِنْ أُمَّتِي مِنْهُمْ أَحَدٌ فَعُمَرُ

"Şüphesiz İsrailoğullarından, sizden önce gelip geçen öyle kimseler vardır ki, onlar peygamber olmadıkları halde, kendilerine ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde bunlardan biri varsa, o Ömer'dir."(2)

Hadiste geçen, "Eğer ümmetim içinde bunlardan biri varsa" sözü, tekit içindir. Bu şuna benzer: "Benim bir arkadaşım varsa, o da Ahmet'tir." desek, bu sözde arkadaşlığı Ahmet'e has kılmak, arkadaşlığının kemalinden dolayıdır. Yoksa diğer arkadaşları reddetmek için değildir. Hz. Ömer'in hadisteki tahsisi de bu manadadır. Ona yapılan ilhamların, en üst seviyede olduğunu göstermek içindir. Yoksa "Ondan başkasına ilham edilmez." manasında değildir.

Üstad Bediüzzaman kendi üzerlerine düşeni hakkıyla yapan ve bu uğurda ilmini tükettikten sonra fıtraten acizliğini hisseden kişilerin de ilhama mazhar olarak keşiflerini öylece yapabildiklerini “ve mülhem keşşaflar…”(3) ifadesiyle ortaya koymaktadır. Evet, insan bildikleriyle hakkıyla amel ederse bilmediklerini Allah bildirir.

İşte her yazdığı eserini سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ [“Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin.” (Bakara, 2/32)] ayetiyle bitiren Bediüzzaman, eserlerinin Allah’ın bir ihsanı ve yardımı olduğunu ilan eder.

Keramet ile Mucizenin Farkı

Ehl-i sünnet itikadına göre, velilerin keramet göstermesi ve özel ikrama nail olması caizdir. Şia'nın itikatta mezhebi olan Mutezile'ye göre ise, keramet caiz değildir. Şia kerameti inkâr ettiği gibi, Vehhabi zihniyetine sahip bir kısım kişiler de tevhid hesabına, hem veliliği hem de kerameti inkâr etmektedirler. Kendilerine Ehl-i sünnet diyen bu kısım Vehhabiler, galiba bu konuda Mutezile safında olduklarının farkında değiller.

Evet, Ehl-i sünnet alimleri "Keramet caizdir." derken, "Bunu veli zat yaratır." demiyorlar. Keramet de mucize gibi Allah’ın fiilidir ve Allah bu harikulade fiilleri Peygamberlerin ve velilerin vesilesiyle yaratmaktadır. Keramet kevni dediğimiz olaylar, hadiseler ve eşyalarla olabildiği gibi, ilmi sahada da gerçekleşebilir.

Ehl-i sünnetin bu konudaki görüşünü, şöylece maddelemek mümkündür:

1. Keramet haktır ve hakikattir. Nasıl peygamberin mucizesi varsa, evliyanın da kerameti vardır.

2. Keramet bazen velinin duası hürmetine yaratılır. Bazen de veli istemeden, hatta farkında olmadan Allah tarafından ona ihsan edilir.

3. Kerameti yaratan Allah'tır. Mucize gibi, kerameti de Allah yaratır. Velinin bu yaratmada hiçbir müdahalesi yoktur.

Kur’an'dan Keramete Misaller

1. Âl-i İmran suresinin 37. Ayetinin beyanına göre, Zekeriya (a.s) ne zaman Hz. Meryem'in odasına girse, orada farklı rızıklar buluyordu. Bu hadiseyi Kur'an şöyle beyan ediyor:

كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ

“Zekeriya ne zaman onun yanına mihraba girse, onun yanında bir yiyecek bulurdu. Dedi ki: 'Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?' Hz. Meryem dedi ki: 'O, Allah katındandır.'

Bu ayetin apaçık ifadesiyle, Hz. Meryem'e gökten sofralar iniyordu. İşte Peygamber olmadığı halde, -Kur’anın açık ifadesiyle - Hz. Meryem böyle İlahi ikrama mazhar oluyordu.

2. Neml suresinin 38. Ayetinde Süleyman (as) şöyle der:

قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ

"Ey ileri gelenler! Hanginiz Onlar (Belkıs ve kavmi) Müslümanlar olarak bana gelmeden önce. Onun -yani Belkıs'ın- tahtını bana getirecek?"

40. ayette de

قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّيقَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ

“Yanında kitaptan bir ilim olan zat dedi ki 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getireceğim. (Hz. Süleyman) birden tahtı yanında yerleşivermiş olarak görünce dedi ki: Bu, Rabbimin fazlındandır.”

İbni Abbas Hazretleri, Belkıs'ın tahtını uzak mesafeden ilmi bir kerametle getiren kişinin, Hz. Süleyman'ın veziri Âsaf olduğunu söyler. İşte kevni ve ilmi kerametlere Kur’an bunun gibi çok ayetlerle işaret etmektedir.

İyilikleri Allah’tan, Kötülükleri Nefisten Bilme

Nisa Suresinin 78. Ayetinde geçen;

وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ

"Kendilerine bir iyilik dokunsa 'Bu Allah’tan' derler, başlarına bir kötülük gelince de 'Bu senden' derler. 'Hepsi Allah’tandır.' de." (Nisa, 4/78)

ifadesinde, iyiliği de kötülüğü de yaratan Allah’tır, Ondan başka Halık, yani yaratıcı yoktur anlamındadır. Bu da “Hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah’tır.” şeklindeki Ehl-i sünnetin düsturunun dayanağı olan ayetlerdendir.

Hemen devamındaki,

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ

(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.” (Nisa, 4/79)

mealindeki bu ayette ise, Allah’ın yaratmasına değil, insanların cüzî iradelerine taalluk eden noktasına dikkat çekilmiştir.

Evet, hayrı da şerri de Allah yaratır. Çünkü ondan başka yaratıcı yoktur. Fakat hayır ve hasenata hem rızası var hem de teşvik eder. Şer ve günahlara ise rızası olmadığı gibi ondan men eder. Güzel şeyleri isteyen Allah’ın rahmeti olduğu gibi yaratan da ilahi kudrettir. Burada insanın müdahale ettiği alan sadece niyet, talep ve meyildir. Fakat şerri ve kötülüğü isteyen insanın kendisi, yaratan ise Allah’tır.

İşlediğimiz hayırlarda hakkımız çok az olduğu ve sırf Allah’ın razı olduğu, fiile yöneldiğimiz ve zaten yaptıklarımızın mükafatını da bu dünyadaki nimetler itibariyle çokça aldığımız için “cennet ilahi bir hediye” olarak verilecektir.

Fakat şerlerde sebep nefis olduğu ve Allah’ın razı olmadığı ve men ettiği fiile yönelme olduğu için, “cehennem İlahi adaletin tecellisi” olarak verilecektir.

Evet, Bediüzzaman’ın eserleri, ahir zaman hastalıklarına hakiki ilaç olması hasebiyle Allah’ın bir ihsanı ve ikramıdır. İşte Bediüzzaman'ın, altında Kur’an ve sünnetin çok ciddi ilmi altyapısını barındıran “bana yazdırıldı” ifadesine yanlış mana verenlerin, bu hakikatli değerlendirmelerden ne kadar uzak olduğu açıkça anlaşılır.

Hayırlı Fiillerimiz İçin Allah “Ben yaptım” Diyor mu?

Kur’anda çok ayetlerde geçen bir hakikate bir tek misal vermeye çalışacağız.

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

"Sonra onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Bu da müminlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Allah işitendir, bilendir." (Enfal, 8/17)

Rivayet olunuyor ki, Kureyş ordusu savaş için yola çıkınca, Peygamber Efendimiz (a.s.m) "İşte Kureyş, gurur ve iftihar ile geldi, Allah'ım bunlar senin Resulünü inkâr ediyorlar. Bana verdiğin vaadi senden istiyorum Ya Rabbi!" diye dua etti. İşte bu sırada Cebrail (a.s) geldi, "Bir avuç toprak al, onlara doğru at." dedi. Ne zaman ki, iki taraf savaşa tutuştular, Peygamber Efendimiz (asm) yerden bir avuç çakıl aldı yüzlerine doğru attı ve شَاهَتِ الْوُجُوهُ "bu yüzler kahrolsun" buyurdu. Bunun üzerine müşrikler gözlerine dolan toz-toprakla meşgul olmaya başladı. Bundan sonra bozuldular, müminler de enselerine bindi; bir yandan öldürüyorlar, bir yandan da esir alıyorlardı.

Sonra savaş sona erince Müslümanlardan "Şöyle kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım." diye yaptıkları ile övünenler oldu. İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. Yani siz iftihar edip övünüyorsunuz, ama şunu iyi bilmelisiniz ki, onları sırf kendi gücünüzle yenmediniz, onları siz değil, Allah öldürdü. Ve attığın vakit de sen atmadın Ya Muhammed! Bir atış şeklinde bir iş yaptığın vakit, düşmanlara isabet eden ve etkileyen, hepsinin gözlerine batan o atışı sen atmadın, o atışın dış görünüşü senin idi, ama sonuçlarını ve etkisini sen yapmadın ve lâkin Allah attı. Zira sana "At!.." emrini veren O idi, o attığın şeyi hedefine isabet ettiren, gayesine erdiren ve düşmanı bozguna uğratıp, sizi tepesine bindiren ve galip getiren O idi.

İşte Bediüzzaman dahi ahir zamanın en büyük meselesi olan dinsizlik cereyanlarını ve ehl-i bid’a dediğimiz bazı gurupların İslamiyet içindeki yanlış fikirlerini yüz senedir durduran ve bundan sonra da Allah’ın izniyle durduracak olan bu muazzam eserleri için “Bana yazdırıldı, ikram ve ihsan edildi.” demesi şirk değil, aksine Kur’anın baştan başa işlediği tevhidin bir mührü ve imzasıdır.

Bediüzzaman’ın Güzelliklerini Allah’tan Bilmesine Dair Misaller

Said’in Kudret ve Ehliyeti Yoktur.

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin bu kadar tesirli olmasının sebebi olarak bu eserlere benliğini kesinlikle karıştırmaması olduğunu şöyle ilan eder:

“Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri hâlde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir."

"Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun."(4)

Ben Bir Çekirdek Gibi Çürüdüm

Bediüzzaman yazdığı eserleri ağaca, kendisini de çekirdeğe benzeterek, eserlerdeki kemalatın kendi hünerinden kaynaklanmadığını şöyle ilan eder:

“Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise, Kur’ân-ı Hakîmin tefsiridir, mânâsıdır.”

"Hemen herkesin dediği gibi 'Hatırıma geldi' yahut 'Fikrime geldi' yahut 'Fikrime ihtar edildi' gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: 'Benim hünerim, benim zekâm değil. Sünuhat kabilinden' demektir."(5)

Dergah-ı İlahide Nasıl İtiraflarda Bulunuyor?

Bediüzzaman ömrü boyunca huzur-u İlahide kendisini hep aciz ve fakir olarak görmüş bir hakikat kahramanı olduğuna aşağıdaki ifadeler birer nişan ve şahittir.

“Ey Hâlık-ı Kerimim ve ey Rabb-ı Rahimim! Senin Said ismindeki mahlukun ve masnu’un ve abdin; hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi’, hem müsinn, hem şaki, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergahına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş; sana tazarru’ ve niyaz eder."

"Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zaten o senin şanındır. Çünki Erhamürrahimînsin. Eğer kabul etmezsen; senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergahına gidilsin. Senden başka hak mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..”(6)

Sonuç: Evet, şimdi muhasebe vaktidir. Ya bid’a ehli olan Mutezile gibi “Biz kendi fiillerimizi kendimiz oluşturuyoruz.” diyeceğiz. Ya da “Her şeyimizin yaratıcısı Allah’tır.” diyerek Ehl-i sünnetin inancını kabul edeceğiz.

Ya iyilik ve güzelliklerimiz için Karun gibi, “Ben bunları kendi ilmimle kazandım.” (Kasas, 28/78) deyip gafilce gururlanacağız ya da “İşlediğimiz kötülükleri biz istedik.” diyerek tövbe edip, “En küçük iyiliğimizi bile Allah ihsan etti.” deyip şükredeceğiz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Üstad Bediüzzaman Said Nursî “Bana yazdırıldı.” derken, peygamberlik mi iddia etmiş oluyor?
- Risalelerin yazdırılması ile ilgili bazen eleştiriler oluyor. "Yazdırıldı" yerine "ilham olundu" denilse, bu tartışmaların önü kesilmiş olmaz mıydı?
- RİSALELER İLHAMLA MI YAZILDI VE İLHAM İLE VAHİY İLİŞKİSİ...
- RİSALE-İ NUR ALEYHTARLARININ EN ÇOK SUİSTİMAL ETTİĞİ MEVZU: "YAZDIRILDI"...

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lahikası, 131. Mektub.
(2) bk. Buharî, Fezailü’s-sahâbe, 6, Enbiya, 54.
(3) bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam.
(4) bk. Emirdağ Lahikası-II, 69. Mektub.
(5) bk. age., 88. Mektub.
(6) bk. Lem'alar, On Yedinci Lem’a, On İkinci Nota.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...