"Demek, bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın." cümlesini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın fiili isimlerinin hepsinin ardında, Allah’ın sabit yedi sıfatı vardır. Mesela; Allah’ın fiili isimlerinden olan; Rezzak isminin arkasında bu yedi sıfat, iş ve icraat yapar, bu yedi sıfatın rızık verme eylemine ve icraatına, Rezzak unvanı ve ismi verilir. Rızık verme eyleminde, ne kadar iş ve icraat var ise, hepsini ihzar edip oluşturan bu yedi sıfattır. Bu eyleme ve icraatların tamamına Rezzak deniliyor. Aynı yedi sıfat, temizlik ve nezafet işinde çalıştığında, Kuddüs unvanı ve ismi ile tesmiye ediliyor. Hayat verme eyleminde Muhyi ismini alıyorlar. Hayatı alma eyleminde Mümit ismini alıyorlar vesaire.
Allah’ın fiili isimleri, yedi sıfatın ayrı ayrı işlerdeki, farklı isim ve unvanlar ile anılması işidir. Eşya içinde ne kadar muhtelif ve mübayin iş ve icraat var ise; o kadar da isim var demektir.
Bu isimlerin tecelli daireleri de muhtelif ve mübayindir. Mesela; Rezzak isminin bir kedideki tecellisi ile, bütün rızka muhtaç canlılardaki tecellisi arasında azamet ve haşmet noktasından fark vardır. Muhyi ismi küçük bir mikroba hayat bahşettiği gibi, aynı isim bütün zihayata da hayat bahşediyor. Mümit ismi bir karıncanın hayatını aldığı gibi, bütün canlıların da hayatını alıyor. İşte her bir ismin tecelli noktasından daireleri vardır.
Aynı şekilde, yedi sıfatın da ayrı ayrı hakim olduğu tecelli daireleri vardır. Bu tecelli daireleri, aynı zamanda, o sıfatların arşı şeklinde tarif edilmiştir. Mesela; Allah’ın "irade" sıfatı, bütün eşyada tecelli etmekle birlikte, iradenin hakim olduğu ve arşı hükmünde olan "alem-i emir" buna örnek olarak verilebilir. Bu tecelli daireleri, şahit olduğumuz alemden başlar, beka alemindeki alemlere ve dairelere kadar genişleyerek gider.
Burada isimlerin müntehasından kastedilen mana, tecelli dairelerinin en son ve ulvi makamlarıdır. Yoksa Allah’ın ismini ve sıfatını, cisim gibi düşünüp, sonunun ve müntehasının gelmesi anlamında değildir.
Mesela; Allah’ın "irade" sıfatının basit bir hava zerresinde tecellisi olduğu gibi, bütün alemlerin fevkinde olan, azametli ve ulvi alemlerde de tecellisi vardır ve mümkinatın tükendiği ve bittiği yer olan emir aleminde de bir tecellisi vardır. Emir alemi artık mümkin olan varlığın son zirvesidir, insan fikren ancak bu zirveye gelebilir, bunun ötesi mekan ve zaman olarak artık yoktur. Bundan sonrasına artık "Vacibü'l-Vucut" dairesi diyebiliyoruz ki, insan artık bu dairede ancak bir seyircidir. Allah’ın Zatına zaid olan sıfatları da, Vacibü'l-Vücut sınıfındandır.
Sıfatların dairesini geçmek ile sıfatları geçmek farklı şeylerdir. Sıfatlar Allah’a ait bir şey olmasından onlar geçilmez ve müntehası yoktur ancak seyredilebilirler. Bu seyir de ihata ile değil ancak insanın kabiliyeti nispetindedir. Yani insan fiili isimleri geçer, sıfatların tecelli dairelerini de geçer ama; sıfatları geçmek tabiri manasız ve mahzurludur. Zaten Üstad'ın da böyle bir tabiri yoktur. Buna benzer tabirleri de, Ehl-i sünnetin ve şeriatın mihengi dairesinde anlamaya çalışmalıyız.
Peygamber Efendimiz (asm)'in, miraçta bütün her şeyi arkasına atıp, Allah ile görüşmesini de bu çerçevede anlamak gerekir. Yoksa, Allah Resulü'nün, Allah’ın ezeli ve ebedi sıfatlarının bizzat kendisini arkasına alıp, Allah’ın zatına yanaşması mahzurlu ve caiz olmayan bir tabirdir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar