"Dört Hatve", "Letaif-i Aşere" ve "Nüfus-u Seb'a" ifadelerini açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Acz-Fakr:

Fakr: İhtiyaç manasında kullanılmıştır. İnsan zerreden Güneşe kadar her şeye muhtaçtır. İnsan hayatını devam ettirmesi, bütün kâinat çarklarının işlemesine bağlıdır.

İşte insan bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir. Allah bu fakirlik halini insana her ihtiyacında, ihtiyacı olmayan Allah’ı bulması için vermiştir.

Allah’ı bilmenin ilk adımı nefsini bilmek, kendini tanımaktır. Kendini bilmenin ilk basamağı ise, ubudiyetin esası olan; “acz, fakr ve naksını bilmektir.”

İnsan, her şeye muhtaç olması ile yani fakirliği ile Allah’ın gınasına ayna olmaktadır.

Acz: İnsan, kâinatı kuşatmış ve ebede kadar uzanmış olan ihtiyaçlarından en basit olanı dahi tedarik etme hususunda zayıftır, kuvvetsizdir ve âcizdir insan. İnsanın kendisine lazım olan hiçbir şeyi yapmaya güç yetirememesi “aczini”, yorulması, unutması, ihtiyarlanması, yemeden, içmeden ve uyumadan hayatını devam ettirememesi de kusurlu olduğunu ifade eder. İnsan sonsuz âcizliği ile Rabbinin kudretine, noksanlığı ile de onun kemaline ayna olmaktadır. Bunların farkında olmak kendini bilmek ve kendini okumaktır.

Evet, insan nihayetsiz aciz olduğunu bilmekle, Allah’ın sonsuz kudretini anlıyor. İşte Risale-i Nur mesleğinin Allah’a giden iki temel esası ve iki temel marifet noktası bu acz ve fakr yoludur.

Bu Zeyil'de, Rahmân, Rahîm ve Hakîm isimlerine ulaştıran, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunun usulleri, şartları ve tarikatten farklı cihetleri izah ediliyor.

Risale-i Nur mesleği dört esas üzerine bina edilmiştir.

Birinci Hatve: Nefsi temize çıkarmamak.

"...Nefislerinizi temize çıkarmayın..." (Necm, 53/32)

Nefsini temize çıkaran acz ve fakrını göremez. Nefsin âcizliğini ve fakirliğini görebilmek için, önce bu ayetin emrine riayet etmek gerekir. Zira kusursuz bir nefis telakkisi acz ve fakrı anlamaya engeldir.

İkinci Hatve: Ölüm ve hizmette nefsi düşünmek, zevk ve arzularda unutmak.

"Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir." (Haşir, 59/19)

Nefsini yani yaratılış gayesini unutmayan kişi varlık ve benlik davasında bulunmaz. Nefsini unutan, yaratılış gayesini bilmeyen, ahireti düşünmeyen kişi de nefsinin esiri olur, felakete sürüklenir.

Üçüncü Hatve: Kusuru kendinde görüp, iyilikleri Allah’tan bilmek.

"Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir..." (Nisâ, 4/79)

Bu ayetin acz ve fakre işareti zahirdir. İnsan nefsinde kusur ve aczden başka bir şey görmemelidir.

Dördüncü Hatve: Benliği unutup, kendi varlığını, Allah’ın esma tecellilerine bir ayna olarak bilmek.

"...Her şey helak olup gidicidir, ona bakan yüzü müstesna." (Kasas, 28/88)

Bu ayet insanın varlık ve benlik noktasından bir hiç olduğuna işaret ediyor ki acz, fakr ve tefekkürün temeli de zaten bu hiçliğe dayanıyor. Dünya ve içindeki her şey fanidir, helak olucudur. Ancak, iman, ibadet, fazilet ve hakkı hizmet gibi ulvi vazifeler, ahirette nice sevap meyveleri verdiğinden helak olmazlar. Nur mesleğinde her şeyi mana-yı harfiyle yani Allah’ın esmasına ayine olma cihetiyle bilmek, seyretmek ve tefekker etmek esastır. Bunlar ise helake gitmezler. Eşyanın ve hadisatın mana-yı ismiyle bakılan yüzü ise helake gider.

Letaif-i Aşere hakkında Üstad Hazretleri en kapsamlı izahı şöyle yapıyor:

“Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Refet Bey,"

"Mektubunda letâif-i aşereyi sual ediyorsun. Şimdi tarikati ders vermek zamanında olmadığımdan, Tarik-i Nakşî muhakkiklerinin letâif-i aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcut mesaili nakil değildir. Gücenme, tafsilât veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki:"

"Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânîkalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir."

"Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâhükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar."

"Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var. Bu meseleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur. Vaktim de kısa olduğundan, kısa kesmeye mecbur oldum.”(1)

Tarik-i Hafi denilen Nakşî Tarikatı, bu on latifeyi terbiye ve ıslah ederek hakikate vasıl oluyorlar. Yani bir çeşit bu duyguların ıslah ve terbiyesi birer basamak gibidir, bunlar ıslah ve terbiye edildikçe en son makam olan insan-ı kâmil makamına ulaşıyorlar.

Tarik-i Cehri denilen Kadiri Tarikatı ise bunu; yedi mertebe ve yedi merhale olarak tayin etmiştir. Bu tarikatta da nefsin yedi mertebede terbiye ve ıslah ederek hakikate vasıl oluyorlar.

Bu mesleğe göre nefsin yedi mertebesi vardır:

Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülheme, nefs-i mutmaine, nefs-i radiye, nefs-i mardiye. nefs-i safiye (kâmile).

1. Nefs-i emmâre: Şiddetle ve daima kötülüğü emreden ve şehvanî arzulara severek giren nefis.

Nefs-i emmare hep kötülükleri ve bayağı şeyleri ister. İnsanın en büyük düşmanı nefsidir.

2. Nefs-i levvame: Kendini kınayan, kötülükten vicdanen rahatsız olan nefis. Bu makama yükselen bir abid, günahlardan tövbe eder, kendi kusurlarını görür. Yaptığı hata ve günahlardan dolayı kendisini çok levm ettiğinden (ayıpladığından) dolayı ismine levvame (çok ayıplayan, kınayan) denilmiştir. Cenab-ı Hakk, mealen “Kusurlarından dolayı kendini kınayan nefse de yemin ederim.” (Kıyame, 75/2) buyurur.

Bu makamda bulunan bir insan, kötülükleri ayıplar, ibadetten zevk alır. Böylece kendini ucub, gösteriş, fahir ve riyadan kurtarır. Bu tehlikelerden dolayı nefis, daha âli makamlara çıkmayı ister. Bu makamda bulunan kişi, nefsine muhabbet edebilir.

3. Nefs-i Mülhime: İlhama mazhar olmuş nefis. Nefsin bu makamı, kâmil imana kavuşmanın ilk adımıdır.

4. Nefs-i Mudmainne: Kötülüğe meyli kalmamış, iyilikleri yapan nefis. Bu mertebeye ulaşan nefis, emir ve yasaklarından zerre kadar ayrılmaz. Her bir sözü ve her fiili Kur’an’a ve sünnete göredir. Cenab-ı Hak bu merbeye ulaşan kuluna şöyle hitap etmektedir:

“Ey Mutmaine olan nefis! Sen ondan, o da senden razı olarak Rabbine dön.” (Fecr, 89/28)

5. Nefs-i râdiye: Rabbinden razı olmuş nefis. Kahır olsun lütuf olsun, her şeyi rıza ile karşılayan nefis. Her halinde rızayı ilâhiyi gözetir; teslimiyet ve rıza üzeredir. Allah’tan başka hiçbir şeye meyletmez. Nefsi bu makama eren kimse, Hakk’ın huzuru ile edeb deryasına dalar ve duası asla reddolunmaz.

6. Nefs-i mardiye: Kendisinden razı olunan, Rabbi katında makbul nefis. Hataları affetmek, ayıpları örtmek, kimse hakkında suizan etmemek, herkese lütuf ve şefkat göstermek gibi sıfatlarla muttasıftır. Nefs-i mardiyye makamına gelen kâmil bir insan, seçilmişlerin seçilmişi, nur menbaı ve sırların hazinesidir.

7. Nefs-i kâmile (Safiye): süzülmüş, katışıksız, temiz nefis. Evliyalık makamının en büyük derecesidir. Nefs-i kâmile makamına gelen kişinin her hareketi taat ve ibadet üzeredir. Onun yüzünü gören kişi, huzura kavuşur. Onu görenin kalbine Allah’ın zikri ve fikri gelir. Allah’ın emir ve yasakları ona çok kolaydır.

1) bk. Barla Lahikası, 270. Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 21.861
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...