"Evet, kâinattaki nizam-ı ekmel, hem de hilkatteki hikmet-i tamme, hem de âlemdeki adem-i abesiyet, hem de fıtrattaki adem-i israf,.." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"BİRİNCİ MAKSAT: Evet, kâinattaki nizam-ı ekmel hem de hilkatteki hikmet-i tamme hem de âlemdeki adem-i abesiyet hem de fıtrattaki adem-i israf hem de cemi’ fünun ile sabit olan istikra-i tam hem de yevm ve sene gibi çok envada olan birer nevi kıyamet-i mükerrere hem de istidad-ı beşerin cevheri hem de insanın lâyetenahî olan âmâli hem de Sâni’-i Hakîm’in rahmeti hem de Resul-i Sadık’ın lisanı hem de Kur’an-ı Mu’ciz’in beyanı, haşr-i cismaniye sadık şahitler ve hak ve hakiki bürhanlardır." (Muhakemat, Üçüncü Makale / Unsuru'l-Akide, Üçüncü Maksat)
"Evet, kâinattaki nizam-ı ekmel..."
Sağlam bir düzen ve intizam ancak ceza ve mükâfat temelinde durur. Bir düzenin ceza ve mükâfat olgusu yok ise, o düzen önemsiz ve vahi bir seviyede kalır. Yani neticesi ve sonucu olmayan kısır bir döngüye çevrilir. Büyük bir düzen ve sistem kurulsun ve bu sistemin her detayı ihtimam ile planlanmış olsun ama düzenin en büyük amacı olan mükâfat ve mücazat ihmal edilsin.
Güneş'in bir intizam içinde dönmesinde âhiret aleminin büyük bir katkısı var. Zira bu kâinat, ahiret âleminin bir vitrini gibidir. Vitrindeki nizam ve intizam da arkasındaki asıl maksada işaret ve hizmet eder. Yani mağazadaki vitrinin güzel ve ahenkli olması, arkasındaki asıl malları pazarlamak içindir. Yoksa sırf müşteriye bir hava olsun diye vitrine bir nizam ve ahenk verilmez.
"Hem de hilkatteki hikmet-i tamme..."
Kâinatta her şey hikmetli yaratılmış her şeye maddi ve manevi birer fayda takılmış. Mesela, insana göz vermiş ve gözün göreceği manzaralar yaratılmış. Bu hikmet üzere hareket etmek anlamına geliyor, zira gözü verip manzaraları yaratmamak hikmetsizlik oluyor.
Allah’ın insana aşk-ı beka duygusunu verip sonra onu ölüm ile hiçliğe ve yokluğa atması, gözü verip gözün göreceği manzaraları yaratmaması gibi hikmetsizliktir. Allah’ın hikmet ile hareket ettiğine bütün kâinat şahit iken, insanın fıtratını beka alemine göre donatıp insanın yüzünü ve yönünü ebede çeviren ve ebede müştak bir şekilde yaratan Allah’ın insanı yokluğa ve hiçliğe atması hikmetli olması ile bağdaşmaz.
Özetle sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp, insanları yokluk ve hiçlik kuyusuna atması Hakim ismi ve hikmetle bağdaşmaz. Yani Hakim ismi ve hikmet manası ahiret yurdunun kurulmasını iktiza edip istiyor. Ahiretsizlik hikmetsizliktir, Allah ise hikmetsiz iş yapmaktan mukaddes ve münezzehtir.
"Hem de âlemdeki adem-i abesiyet..."
Anne karnındaki bir bebeğe göz, kulak, burun, el, ayak vesaire gibi azalar verilmiş. Lakin bebeğin bu azaları anne karnında kullanması mümkün değil. Yani bu azalar sadece anne karnı için verilmiş ise abes ve boş yere verilmiş demektir. Şayet bu azalar ikinci bir dünyaya hazırlık için verilmiş ise o zaman o azaların abes ve boş olması ortadan kalkar.
Benzer bir durum insanın manevi aza ve duyguları için de geçerlidir. İnsana verilen kalp, ruh, akıl ve diğer latifeler kısacık ve daracık dünya hayatına sığmıyorlar. Bu dünya ile tatmin olamıyorlar. Şayet bu manevi duygular daimî ve ebedî bir âleme hazırlık için verilmiş iseler manalı ve mantıklı olurlar, yok sadece bu dünyaya özgü verilmiş iseler o zaman abes ve boş oluyorlar. Oysa Allah abesiyetle meşgul olmaktan mukaddes ve münezzehtir.
Mesela; insandaki aşkı beka, yani ebedi yaşama arzusu önemli bir hissiyattır. Bu hissiyat dünya hayatına sığıp yerleşmiyor. Zira dünya hayatı çok ani bir hayat olup, her şeyi ile fenaya ve yokluğa mahkumdur. Öyle ise bu hissiyat, sadece bu dünya için insanın mahiyetine takılmamıştır. Bu hissiyatın yüzü başka bir aleme bakıyor ve bize o alemi gösteriyor.
Şayet başka ve daimi bir alem olmazsa, bu hissiyat boşta kalıp abes olacak. Halbuki yukarıda ifade edildiği gibi, Allah sonsuz hikmet sahibidir, ondan abes bir iş çıkmaz. Demek bu hissiyatın tatmin edileceği bir alemi, Allah’ın insanlara ihzar ettiği mantıken zaruridir. Tıpkı gözün görme âlemi ile olan zaruri gerekliliği gibi, bu hissiyatla ahiret âlemi arasında da zaruri bir gereklilik vardır. Şayet bu gerekliliğin şartları oluşmaz ise, yani biri varken, diğeri olmaz ise, bu abesle iştigal ve israf olur ki; Allah bundan münezzeh ve mukaddestir.
"Hem de fıtrattaki adem-i israf..."
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insana takılan duygu ve azalar ile bu duygu ve azaların seyran edeceği âlemler arasında bir gereklilik bağı bulunuyor.
Yani kulağı verip kulağın işiteceği manzaraları yaratmamak kulağı fuzuli ve israflı bir aza haline çeviriyor. Kalbi verip kalbin içine aşk-ı beka duygusunu monte edip sonra kalbi yokluğa mahkum etmek, kalbin yaratılışını israf yapar. Bu ölçüyü bütün kâinata tatbik edebiliriz.
"Hem de cemî fünunla sabit olan istikra-i tam,.."
"Haşr-i cismaniye sadık şahitler ve hak ve hakiki burhanlardır."
Fen ilimlerinin gelişmesi ile kâinat daha iyi ve daha mükemmel anlaşılıyor ve kâinatın ahirete olan işaretleri daha zahir daha görünür hale geliyor. Mesela, kâinatta temel bir esas olan hikmetin varlığı fen bilimleri sayesinde daha iyi anlaşılıyor ve daha da netleşiyor. Bu da hikmetin ahirete olan işaretine kuvvetli bir delil oluyor.
Bugün kâinatta israfın olmadığını ve Allah’ın kâinatta zerre kadar israfa yer vermediğini en güzel ve en sağlam fen bilimleri ile anlıyoruz. Demek fen bilimleri inkişaf ettikçe ahirete işaret eden hafi deliller de zahir hale geliyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü