Hanefi mezhebine mensup birinin; hadislere bakarak bazı hükümler çıkarıp, amel etmesine nasıl bakabiliriz? Bu kişiyi medresede tutma konusunda tavrımız ne olmalı?
Değerli Kardeşimiz;
Evvela, âyet ve hadislerden hüküm çıkarabilmek için müçtehit olmak gerekiyor. Yani hüküm çıkaran kimse İmam-ı Azam seviyesinde birisi ise, (ki, bu zamanda böyle bir müçtehit bulmak zaten mümkün değildir) âyet ve hadislerden hüküm çıkarıp kendi mezhep ve yorumuna göre amel edebilir. Böyle zatlara hürmet etmek gerekir!
İkincisi, âyet ve hadislerden hüküm çıkarmaya çabalayan kimse, şâyet müçtehit değilse ve fetva vermeye hevesleniyor ise, bu hal bir dalalettir. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Sizin fetva vermeye en çok cesaret gösterininiz, ateşe atılmaya en cüretli olanınızdır.”
Fetva veren kimse bir nevi Allah adına konuşuyor demektir; mesuliyeti gerçekten çok büyüktür. Cenab-ı Hakk’ın huzurunda ağır bir hesabı söz konusu olabilir
Üçüncüsü, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur; “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere, ilim sahiplerine sorunuz.” (Nahl, 16/43)
Bu âyetten anlaşılıyor ki, dinî hususlarda karşılaşmış olduğumuz herhangi bir mesele hakkında ilim sahibi kimselere müracaat edilmelidir.
Ancak şu var ki, fetva vermek büyük bir ilim ve ihtisas işidir. Yani herkesin konuşabileceği bir saha ve husus değildir. âyet ve hadislerin manalarını sathi bir şekilde anlayabilen, hafızalarında sınırlı birkaç hadis bulunan kişilerin bir müctehide tabi olmaksızın şer’î delillerden hüküm çıkarmaya kalkışmaları ve fetva vermeleri caiz değildir ve büyük bir vebaldir. Hatta bir zamanlar Arapça’yı gerçekten bilen, hafızalarında yüz binlerce hadis-i şerif bulunan birçok âlim bile (İmam Gazali gibi) ictihad davasına kalkmamış, fetva vermekten çekinmiş ve bu işi fıkıhta derinleşmiş âlimlere bırakmıştır.(1)
Hz Ebu Bekir (ra)’a Mukaddes Kitabımız’daki bir kelimenin manası sorulmuştu. O da manasından tam emin olmadığı bu kelimeyi “şudur” diye kestirip atmak yerine şöyle demişti:
“Allah’ın kitabı hakkında bilmediğim bir şeyi söylersem, beni hangi gök gölgelendirir, hangi yer üstünde taşır? Beni sorumluluktan kim kurtarabilir?”(2)
Dördüncüsü, telfik-i mezahib dinî bir meselede, hak mezheplerin aynı o mesele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezhep yapmaktır. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir. Yani mezhepler arasında kolayına gelen fetvalarla amel etmeye telfik denilmiştir ki, bu caiz görülmemiştir. Bunu fakihler laubalilik, bir hafife alma şeklinde değerlendirmişler.
Lakin bütün mezheplerin zıt görüşlerini dikkate alarak azimet noktasında amel etmekte bir sakınca yoktur. Yani elin kanadığında da abdest alırsın, bir bayana temas ettiğin zamanda da abdest alırsın. Bu takva ve azimete daha uygundur. Bunda ciddiyet ve hassasiyet olduğu için, bu noktada mezhepleri tevhid etmekte bir sakınca yoktur.
Ayrıca bazı noktalarda Üstad Hazretlerine uyup da geri kalan kısımlarda kendi mezhebimize uymamız telfik hâdisesine benzediği için, dikkat etmekte fayda vardır diye düşünüyoruz.
Dört mezhep imamının içtihatlarının ne kadar safi ve geniş olduğunu Üstad Hazretleri şu şekilde beyan ediyor:
"İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid'akârâne bir hıyanettir."(3)
Üstadımız sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin döneminde yapılan içtihatların, bütün zamanların ve dönemlerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir genişlikte olduğunu ifade ediyor.
Hâl böyle olunca, dinin temellerinin sarsıldığı ya da terke uğradığı bir zeminde, sanki her mesele halledilmiş gibi, içtihat münakaşası başlatmak, dine yapılacak en büyük ihanettir.
Günümüze dair meseleler ise, ayrıca bir içtihat ve mezhebe ihtiyaç bırakmadan dört hak mezhebin içtihadına kıyas edilerek zaten çözüme kavuşturuluyor. Hâlihazırda çözümsüz kalmış bir mesele de bulunmuyor.
İçtihada hevesli olanlar, genelde bid’ate taraftar olan, dinin temelleri pek umurlarında olmayan reformist bir kısım ilahiyatçılardır. Ki bunların temel derdi -şuurlu olsun, şuursuz olsun- dini ihya etmek değil, dini tahrip etmektir.
Beşincisi, şâyet mezhepleri karıştıran kimse meczup ya da evhamlı birisi ise, onu kendi haline bırakıp dairede muhafaza etmeliyiz. Dershane ortamını bozacak kadar mizansız ve muvazenesiz birisi ise, ona usulü ile yol verilmelidir, diye düşünüyoruz.
Dipnotlar:
(1) bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, I/250.
(2) bk. İbn-i Salâh, Edebü'l-Fetva.
(3) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Dinin zaruriyâtı ki, içtihad onlara giremez; çünkü kat'î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyâsına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid'akârâne bir hıyanettir. Yirmi Yedinci Söz.