II. Abdülhamid Han'ın Bediüzzaman Said Nursi'yi tımarhaneye gönderdiği bilgisi doğru mu?
Değerli Kardeşimiz;
Said Nursi ile cennet mekân Abdülhamid Han arasında şahsi bir durum yoktur. Said Nursi Hazretleri Osmanlının yenilenip, hasta halinden kurtulması için çareler aramış, proje üretmiş ve bunu teklif etmiştir.
Maalesef o zamanın Osmanlı bürokrasisi Said Nursi Hazretlerini anlamadığı için, onu bir takım siyasi oyunlarla tımarhaneye attırmışlardır. Üstad'ı tımarhaneye attıranlar Osmanlının köhne bürokrat zihniyetidir. Aynı zihniyet, Abdülhamid Han’ı da tahtan indirmişlerdir.
Muhtemelen Abdülhamid Han, farkında olmadan Üstadı tımarhaneye attırmış olmalı ki, Üstadımız bu ifadeyi kullanıyor:
“Nihayet rakiplerimin ifsadatıyla, merhum Sultan Hamid'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.” (1)
Hâdise detaylı olarak şöyle gelişmiştir:
Muazzez Üstadımız Eski Said döneminde memleketin meseleleriyle; özellikle de Doğu'nun eğitim ve kültür meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Hatta Doğu'nun ileride cehaletten dolayı sıkıntı teşkil edeceğini ve birileri tarafından ülkenin aleyhinde kullanılacağını sezmiştir. Bu hastalığın ve tehlikenin ıstırabıyla İstanbul’a kadar gitmiş, halifeyle görüşmek istemiş, ancak padişahla bizzat görüşme mevzuu meçhuldür. Fakat araya giren paşalar Üstad'ı dinlemiş, âdetleri üzere, ihsanı şahaneden vaatler, teminatlar ve hediyeler teklif etmişlerdir. Üstadımız ise; “Ben maaş dilencisi değilim, maksadımı tehir ve maaşı tacil etmek ne hikmete mebnidir?”diyerek teklifi reddetmiştir.
Paşalarla arasında çok ciddi münakaşalar oluyor. Hatta Üstad'ın Fizan, Trablus ve Taif’e sürülmesi bile gündeme geliyor. Fakat Zülüflü İsmail Paşa'nın (askeri okullar müfettişi) tavsiyesi ile Üstadımız'dan kurtulmanın yolunu; onu tımarhaneye göndermekte buluyorlar. Üstadımız iki Musevi, bir Rum, bir Ermeni, bir de Türk doktorundan rapor alınarak, "Toptaşı tımarhanesi"ne konuluyor ve orada bir müddet kalıyor. Tımarhanenin en yetkili doktor Üstadı yakın takip, uzun görüşmeler ve sohbetler neticesinde şöyle bir rapor tanzim ediyor:
“Eğer Bediüzzaman da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.”
O Zamanın Hafiye Teşkilatı ve Sıkıyönetim
O zamanın hususi bir durumu da, 14 yıl boyunca Mabeyn Başkâtipliği yapmış ve Sultan’ın bütün sırlarına vakıf olan Tahsin Paşanın ifadesiyle; “Yurt dışından ithal edilen gazetelerin yasaklanması ve yurt içinde yayınlanacak gazete ve kitapların ciddi bir sansürden geçirilip öylece neşrine izin verilmesiydi.” (bk. Tahsin Paşa, Sultan Abdülhamid-Tahsin Paşa’nın Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 160-164)
Bu nedenle Üstad, âdeta kimsenin sesinin çıkmadığı ve susturulduğu bir dönemde İstanbul’a gelmiş oluyordu.
Bu dönemde insanlar, maruz kaldıkları istibdat vasıtasıyla ölü gibi sessiz ve hareketsiz görünümündeydi. Fakat içten içe feryad edip bir çıkış yolu ararlardı. Bazı yazarlar o zamanın vaziyetini; “hastayı mikroptan kurtarmak isterken, havasızlıktan boğan bir sistem” (bk. Orhan Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, Eylül Yayınları, İstanbul, 2002, s. 373) olarak tarif ediyorlardı.
33 yıl boyunca Hükümet kaleminde vazife yapmış ve on altı sadrazamın maiyetinde çalışmış İbnülemin Mahmud Kemal İnal “İki resmi daire arasında yapılan yazışmaların dahi bu maksatla görevlendirilmiş elemanlarca tetkikten geçirildiğini” ifade etmektedir. (bk. İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, 2/1273)
Sultan II. Abdülhamid’in İçinde Bulunduğu Durum
Yine İbnulemin Mahmud Kemal Efendi, Meşrutiyetten evvel Sultan II. Abdülhamid’in vaziyetini şöyle özetlemektedir:
Padişah’ın tahta çıktığı 1876 yıllarında serbestçe halk ile temas ediyor ve hürriyetçi yazarlarla fikir alışverişinde bulunuyordu. Daha sonra “fesatçı telkinat ve haberlerle” adeta sarayda kendisini hapsetti ve sadece yakınlarıyla görüşmeye başladı. Cuma günleri sarayın önündeki camiye, senede bir defa Hırka-i Saadet ziyaretine ve iki defa da Bayram Alayı’na çıkabildiği halde, mel’un ve alçak insanlar onlara dahi mani olmaya çalışıyorlardı. (bk. İbnülemin, a.g.e., 2/1278-1279)
Tahsin Paşa da bu konuda şöyle demektedir; “Padişah ile milletin bir araya gelme durumu, bayram namazlarıyla cuma selamlıklarından ibaretti.” (bk. Tahsin Paşa, a.g.e., s. 13-17)
Bediüzzaman Hazretleri, böyle bir ahvalde Padişahla görüşme noktasında -maalesef- herhangi bir vasıta bulamadı.
(1) On Dördüncü Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü