"İlim kimin yaratıcı olduğuyla ilgilenmez, deney ve müşahedeye dayalıdır." deyip ilmi, manevî değerlerden tecrit etmek isteyen insanlara nasıl cevap verebiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu iddia materyalist ve pozitivist felsefenin temel ve katı bir kaidesidir. Yoksa mutlak bir doğru değildir. Nitekim bu kaide zamanla ilim dünyasında da tartışmaya açılmıştır. İlmi ilahlaştırmak ya da mutlak bir ölçü kabul etmek mantığı, geçerliliğini kaybetmiştir.
Ama bizim ülkemiz geri kalmışlığın neticesi olarak, bu esnekliği ve değişimi daha geriden takip ediyor. Bu sebeple bazı ilim adamları, halen on sekizinci yüz yılın katı maddeciliği ve inkârcı fikri ile meseleye bakıyorlar. Dolayısı ile terk edilmiş köhne pozitivist mantığı, bizim ülkemizde maalesef bazı ilim çevrelerinde halâ varlığını sürdürebilmektedir.
Risale-i Nurlarda, ilim ile din arasında kopmaz ve sıkı bir bağ olduğu ortaya konulur. Fen ilimlerinin hepsi Allah’ın bir ismine dayanır. Bu sebeple sanat ile sanatkâr arasında kopmaz bir bağ vardır. İşte pozitivist felsefenin yanlışı ve çıkmazı, bu bağı inkâr etmesidir. Yani sanat ile sanatkâr arasındaki bu bağı inkâr ediyor. Aslında bu da akılcılık ve nedenselliğe aykırı bir durumdur. Zira sanat ile sanatkâr arasındaki bağ; akıl ve illiyet bakımından kat’î ve zarurî bir durumdur. Üstad'ın "Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz." demesi, bu zarurî bağın en bariz bir ifadesidir.
"İlim ve din çatışır" fikri tamamen köhnemiş pozitivist ilim felsefesinin tezidir. İslam hiçbir zaman ilme ve ilim adamına ters düşmez. Tam aksine ilme ve ilim adamına ehemmiyet verir. Ama (tahrif edilmiş) Hıristiyanlığın itikadî anlayışında skolastik bir düşünce hâkim olduğu için, ilmi ve ilim adamını daima ezmiş ve engellemeye çalışmıştır. Zaten pozitivist felsefe bu dogmacı Hıristiyanlığa karşı bir tepki olarak doğmuştur. Hıristiyanlık ile İslam dinini aynı kefeye koymak ve sonra da "İslam da ilme menfi bakıyor" demek, cehaletten başka bir şey değildir.
Kâinata ve hâdiselere mânâ-yı harfî, yani Allah’ın bir eseri, bir sanatı olarak bakmak, kat’iyyen gelişmeye ve ilme zıt bir durum değildir. Tam aksine bu bakış açısı insanı ilme ve tekniğe teşvik eden manevî bir dinamiktir. Zira ilim Allah’ın harika eserlerini tetkik eden ve ondaki latif ve gizli noktaları açığa çıkaran bir vasıtadır. Bu sebeple ilim ne kadar terakki ederse, o kadar Allah’ın sanat eserlerine hizmet etmiş, Allah’ın isim ve sıfatlarını insanlığa ilan ve izhar etmiş olur.
Her bir fen Allah’ın bir ismine dayanmakta ve birçok ismini tâlim etmektedir. Dünya bir mektep ve fakülte gibidir. Öyle ise fen ilimleri ne kadar terakki ve tekemmül ederse o nisbette dayandığı isme hizmet etmiş olur.
Üstad'ın eğitim hakkında söylediği şu cümle, din ile ilim arasındaki ahenk ve insicamı gayet güzel bir şekilde özetliyor:
"Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."(1)
(1) bk. Münazarat, Sualler ve Cevapları
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü