"Mümin" ile "Müslüman" ne demektir?

"Mümin" ile "Müslüman" ne demektir?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Fahreddin Razî, "Mümin ile Müslim Ehl-i sünnete göre birdir. Nasıl olup da burada bu fark anlaşılabiliyor?" diye sorar ve buna şöyle bir cevap verir: "Umum ile hususinin farkı vardır. İman ancak kalp ile olur. Bazan onunla beraber lisan ile olur. İslâm ise daha umumi, fakat hususi şeklinde genel ile özel birleşmiş olur."

Ragıb da Müfredat'ında şöyle der:

"İslâm şeriatta iki kısımdır. Birisi imanın altındadır ki bu dil ile ikrardır. Bununla kan korunmuş olunur. Beraberinde itikat gerek olsun gerek olmasın, "O A'râbiler inandık, dediler, de ki: Siz iman ettiniz fakat İslâm'a geldik, deyin" âyetinde bu mânâ kastedilmiştir. Birisi de imanın üstündedir ki bunda dil ile ifade ile beraber hem kalben iman, hem vefa hem de Allah Teâlâ'ya bütün kaza ve kaderinde teslimiyet vardır.

Nitekim İbrahim (a.s.) hakkında "Rabbi ona: "İslâm ol" dediği anda, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum" dedi." (Bakara, 2/131) buyurulması böyledir. Bunun gibi, "Allah nezdinde hak din ancak İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) âyeti ve "Beni Müslüman olarak öldür." (Yusuf, 12/101) âyeti de bu mânâyadır. Beni rızana teslim olan kullarından eyle, demektir. Şeytanın bağlamasından güvenli kıl mânâsına olması da caizdir.

İmam-ı Azam'a nisbet edilen Fıkh-ı Ekber'de de şöyle denilmiştir: "İman, ikrar ve tasdiktir, İslâm, Allah Teâlâ'nın emirlerine teslim olmak ve bağlanmaktır." Bundan dolayı iman ile İslâm arasında lügat yönünden fark vardır. Fakat şer'î hükümde İslâm'sız iman, imansız İslâm olmaz. Bu ikisi zahir ile batın, yüz ile astar gibidir. Din de iman ve İslâm ve şeriatın hepsine birden konulan isimdir...

Demek olur ki yukarılarda "Allah nezdinde hak din ancak İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) âyetinde ve başka yerlerde geçtiği üzere, İslâm kelimesi lügatte; asıl maddesi olan barış ve güven hemzesinin duhul ve müteaddi hale koyma ve diğer mânâlarına göre barış ve karşılıklı anlaşmaya girmek veya koymak, güvenliğe çıkarmak, kurtulmak veya kurtarmak; ihlas ve teslimiyet ve bağlanmak gibi mânâlara geldiğinden, İslâm ve iman mefhumları arasında çeşitli farklar bulunduğundan, şeriat daha çok bunların ikisinin birlikte toplanmasına ve gerçekleşmesine itibar etmiş olmakla beraber, şer'i kullanılışta, üç mânâ meydana gelmiş olur.

Birincisi: Biri diğerinin şartı olmak, biri açık, biri gizli olma bakımından asıl bulunmak gibi bir mana farkıyla beraber gerçek olarak meydana gelmesinde eşit, şeref ve haysiyette birbirine gerekli olmalarıdır. Meselâ imanda İslâm’ın hem bâtında ihlas hem zahirde teslim şart olduğu gibi, İslâm’da da iman, hakkında delil getirilen bir şey olmak üzere şarttır. Bundan dolayıdır ki Nisâ Sûresi'nde: "Size selam veya sulh veren kimseye mümin değilsin, demeyin." (Nisâ, 4/94) buyurulmuş ve bu sebeple mümin ve müslim gerçekte bir sayılmıştır. Buna bilinen mânâsıyla İslâm demek uygun olur.

İkincisi: İslâm imandan daha ihatalı ve onun bir başlangıcı olmak üzere, imanın altında bir ikrar ve iman, İslâm'ın bir gayesi olmak üzere üstünde delil gösterilen bir şey ifade etmesidir ki, bu âyet bu mânâ üzere gelmiş ve Râzî yalnız bu farkı kaydetmiştir. Bunu gerçek samimi Müslümanlık karşılığında resmî Müslümanlık diye de ifade edebiliriz. Bu henüz Müslümanlık değil, Müslümanlığa bir giriştir. Burada ihtar olunuşu da özellikle bu incelik içindir. Ve onun için "fakat siz islâm oldunuz" diye tasdik buyurulmamış "İslâm olduk, deyiniz" diye lügat açısından ihtar yapılmıştır, bir de "Sâdikûne" karşılık olarak ifade edilmiştir.

Üçüncüsü: İmandan daha hususi ve onun bir kemali, bir gayesi olmak üzere üstünde olan İslâm'dır ki "Bilakis, iyilerden olarak kim yüzünü Allah'a döndürürse" (Bakara, 2/112) buyurulduğu üzere ihsan mertebesini dahi kendisinde bulunduran ve "Allah nezdinde din ancak İslâm'dır" (Âl-i İmran, 3/19) gerçeğinin ifade ettiği ve "Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır" hitabıyla da burada işaret ve teşvik buyurulan mânâdır. Bu mânâya götürmek üzere buyuruluyor ki: Ve Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, yani açıktan şehadet ile ikrar edildiği gibi kalben de samimiyetle imana yükselip olgun mümin, dosdoğru Müslüman olmak üzere gereğince amel ederek Allah ve Resulünün emirlerini seve seve yerine getirirseniz, Allah size amellerinizden hiçbirini eksik olarak ödemez, değerinden eksik ecir ile karşılamaz. Çünkü Allah Gafur'dur, itaat edenlerin kusurunu bağışlar, Rahim'dir, rahmetinden ihsanı ile ecir verir.

Mümin nasıl olur, denilirse; müminler ancak o kimselerdir ki Allah ve Resulüne iman etmişlerdir, yani dilleriyle ikrar verdikleri gibi kalpleriyle de sağlam inanmışlardır. Sonra da işkillenmemiş, şüpheye düşmemişlerdir. Demek ki iman etmek için önce kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi, ileride devamı için şüpheden uzak olmak da şarttır. Onlar sonradan da şüpheye düşmemişlerdir. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmektedirler, yani Allah'a itaat yolunda her türlü zahmet ve sıkıntıya göğüs germektedirler; mallar ve canlar ile cihad, mâli ve bedenî her türlü ibadeti içine alır. Ve işte onlar sadıklardır, iman davasında sadık, verdikleri ikrara kalpleriyle ve fiilleriyle içten bağlılık göstermiş samimi Müslümanlardır. De ki: Allah'a dininizi öğretiyor musunuz? Yani, Allah'a diyanetinizi, dindarlığınızı haber verip bildirmek mi istiyorsunuz ki biz iman ettik, diyorsunuz.

"Ulema-i İslâm ortasında 'İslâm' ve 'iman'ın farkları çok medar-ı bahsolmuş. Bir kısmı 'İkisi birdir', diğer kısmı 'İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz.' demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:

"İslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabir-i diğerle, İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; 'Dinsiz bir Müslüman.' denilirdi. Sonra bazı müminleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; 'gayr-ı müslim bir mümin' tabirine mazhar oluyorlar." (Mektubat, Dokuzuncu Mektup.)

Müslüman ile mümin kelimesinin arasındaki fark, maksada işaret eder. Müslüman, daha çok İslam'ın ahkâm ve muamelat kısmına bakar, yani amel ve ibadetlere bakar. Mümin ise, İslam’ın iman ve itikat yönünü temsil eder.

Amel ve ibadetler bir yüktür; altından, ancak iman ve itikat gücü kalkar. İman ne kadar kuvvetli ise, amel ve ibadet de o derece kuvvetli olur.

Bir binanın bütün varlığı ve ağırlığı, tamamen temele bakar. Temel sağlamsa, bina da sağlam olur. İslam binasının temeli ve esası ise imandır. İman, sağlam ve kuvvetli ise, ona bağlı olan ibadet ve muamelat da sağlam ve kuvvetli olur.

Bu zamanda iman ve itikat, maddeci felsefenin hücumu ve saldırısı ile ya tamamen gitmiş ya da zaafa uğramıştır. İslam binasının temeli olan iman sarsıldığı için, Risale-i Nur bütün gayret ve himmetini binanın temeli olan imanın takviyesine ve kuvvetlendirilmesine sarf ediyor. Bu yüzden, Risale-i Nur'da iman ve itikat ile alakalı delil ve ispatlar, her aksamı ile çoklukla kullanılmış ve büyük tahşidatlar yapılmıştır.

Zaten İslam'ın ibadet ve amele dair meseleleri geçmişte, müçtehitler tarafından tamamen halledildiği için Üstad, bütün mesai ve gayretini zaafa uğramış olan iman ve itikat üzerine teksif etmiştir. Bu yüzden Risale-i Nur'un ifade ve kelimelerinde iman ve mümin manası ve lafzı daha galiptir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
M
Okunma sayısı : 78.678
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...