Risale-i Nur mesleğini tarikat mesleğinden ayıran farklar nelerdir?
Değerli Kardeşimiz;
Önce bir hususun önemle hatırlanması gerekiyor. Birkaç asır önceki tarikatla bugünküler arasında önemli bir fark vardır. Zira o asırlarda İslami yaşamanın önünde hiçbir engel yoktu, aksine teşvik ve tebrikler vardı. Daha sonra ise Üstadımızın tespitiyle küfür ve dalalet birer şahsı manevi halinde imana hücum ettiler. Komünizim, siyonizm, ateizm, evrim felsefesi, sefahat odaklarının gençlerimize hücum ettikleri ayır bir döneme girildi. Üstadımız bu dönemde en büyük tehlikeyi imansızlık olarak belirlemiş ve “Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. “diyerek cephesini açıkça ilan etmişti.
Bugünün tarikatları da sadece zikir ve tesbihle meşgul olmakla kalmıyor, onlar da kendi tarzlarıyla ve metotlarıyla gençlere ulaşmanın yollarını arıyorlar. Okullar, kurslar açıyorlar, radyo ve televizyon kanalları kuruyorlar v.s.
Bu noktadan bakıldığında, Nur Talebeleri, tarikatlarla birlikte aynı yaranın tedavisine farklı metotlarla çalışmış oluyorlar. Faaliyetlerde bir gaye birliği ve çok konuda paralellik görülüyor.
Bu kısa açıklamadan sonra konunun yine kısa bir tahlilini yapmaya çalışalım:
Risale-i Nur mesleğinin, tarikat mesleğinden farkını birkaç madde şeklinde takdim edelim.
Risale-i Nur mesleği Velayet-i Kübra olan sahabe mesleğidir.
Üstadımız bu mânayı On Sekizinci Mektup'ta şöyle ifade eder:
"Cadde-i kübrâ, elbette velayet-i kübra sahibleri olan Sahabe ve Asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve Eimme-i Müçtehidînin caddesidir ki doğrudan doğruya Kur'anın birinci tabaka şâkirdleridir."
Yani, Allah’ın kula yakınlığından inkişaf eden küllî ve feyizli bir meslektir. Risale-i Nur mesleği de bu sınıftandır.
Tarikat mesleğinde nefsi öldürmek ve ölüm ile hayalî irtibat kurmak vardır. Risale-i Nur mesleğinde ise nefsi ıslah ve terbiye ve ölümün hakikatini düşünmek esastır.
Akibeti düşünmek suretinde, gelecekte olacak bir şeyi şimdiki zamanda gelmiş gibi farz etmek ve ona göre tavır almak hayalîdir. Mürit kendini ölmüş biliyor, kefene sarılıp yatıyor, kendini kabir hükmünde olan mağaraya atıyor; nefis bu gibi haletlerden müteessir olup uyanmaya çalışıyor. Bunların hepsi olmamış bir şeyi olmuş gibi hayal etme üzerine bina olduğu için, hem tatbiki zor hem de tesiri az oluyor.
Ama hakikat noktasında, şimdiki zamandan gelmesi muhakkak olan geleceğe fikren gitmek, nazarı ona çevirmek, hem hakikattir, hem daha müessirdir, hem de tatbik edilebilirliği daha kolay olan bir yoldur. Peygamber Efendimiz (asm) bu hakikate şu hadisi ile işaret ediyor "Bütün gelecek olan yakındır."
Evet, senin uzak gördüğün istikbal, aslında sana çok yakındır, ona göre tedbirli ol, ona göre ölüme hazırlıklı ol, diye ikaz ediyor; yani fikren istikbale gitme yolunu teşvik ediyor.
Özet olarak; ölümle irtibat kurmanın iki yolundan biri, fikren istikbale gitmek ve ölüme nazarını çevirmek yoludur ki hakikatli bir yoldur, herkes bu yolda gidebilir. İkinci yol ise istikbali şimdiki zamana hayalen taşımaktır.
Risale-i Nurlarda nefsi terbiye etmek dört merhale ve dört adım iken, tarikat meslekleri genel itibari ile yedi ve on merhale şeklinde gitmişler.
Risale-i Nur yolunun dört adımdan teşekkülü ve bu adımların da kısaca izahı şöyledir:
1. Hatve: Nefsi temize çıkarmamak.
2. Hatve: Ölüm ve hizmette nefsi düşünmek, zevk ve arzularda unutmak.
3. Hatve: Kusuru kendinde görüp, eriştiği iyilikleri, kudret ve zenginliği Allah’tan bilmek.
4. Hatve: Benliği unutup, kendi varlığını, Allah’ın tecellisine bir ayna olarak bilmek.
Üstad Hazretleri Risale-i Nur yolunu; “acz, fakr, şefkat, tefekkür” yolu olarak tarif eder.
Acz: İnsan, kâinatı kuşatmış ve ebede kadar uzanmış olan ihtiyaçlarından en basit olanı dahi tedarik etme hususunda zayıftır, kuvvetsizdir ve acizdir. İnsanın kendisine lazım olan hiçbir şeyi yapmaya güç yetirememesi “aczini”, yorulması, unutması, ihtiyarlanması, yemeden, içmeden ve uyumadan hayatını devam ettirememesi de kusurlu olduğunu ifade eder. İnsan sonsuz acizliği ile Rabbinin kudretine, noksanlığı ile de O’nun kemaline ayna olmaktadır. Bunların farkında olmak kendini bilmek ve kendini okumaktır.
Fakr: İhtiyaç mânâsında kullanılmıştır. İnsan zerreden güneşe kadar her şeye muhtaçtır. İnsan hayatını devam ettirmesi, bütün kainat çarklarının işlemesine bağlıdır.
İşte insan bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir. Allah bu fakirlik halini insana her ihtiyacında, Allah’a sığınması ve yalvarması için vermiştir.
Allah’ı bilmenin ilk adımı nefsini bilmek, kendini tanımaktır. Kendini bilmenin ilk basamağı ise, ubudiyetin esası olan; “acz, fakr ve naksını bilmektir.”
İnsanın her şeye muhtaç olması ile yani fakirliği ile Allah’ın gınasına ayna olmaktadır.
Evet, insan nihayetsiz aciz olduğunu bilmekle, Allah’ın sonsuz kudreti anlıyor ve ona ayna oluyor. İşte Risale-i Nur mesleğinin Allah’a giden iki temel esası ve iki temel marifet noktası bu acz ve fakr yoludur.
Letaif-i Aşereyi hakkında Üstad Hazretleri şöyle izah ediyor:
“Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Refet Bey,"
"Mektubunda letâif-i aşereyi sual ediyorsun. Şimdi tarikati ders vermek zamanında olmadığımdan, Tarik-i Nakşî muhakkiklerinin letâif-i aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcut mesaili nakil değildir. Gücenme, tafsilât veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki:"
"Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir."
"Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar."
"Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var. Bu meseleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur. Vaktim de kısa olduğundan, kısa kesmeye mecbur oldum.”(1)
Tarik-i Hafi denilen Nakşî Tarikatı, bu on latifeyi terbiye ve ıslah ederek hakikate vasıl oluyorlar. Yani bir çeşit bu duyguların ıslah ve terbiyesi birer basamak gibidir, bunlar ıslah ve terbiye edildikçe en son makam olan insan-ı kâmil makamına ulaşıyorlar.
Tarik-i Cehri denilen Kadirî Tarikatı ise bunu; yedi mertebe ve yedi merhale olarak tayin etmiştir. Bu tarikatta da nefsin yedi mertebede terbiye ve ıslah ederek hakikate vasıl oluyorlar.
(1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
kaynağından suyu içmekle ,borular vasıtasıyla şehre gelen suyu içme arasında ki fark nasılsa ,öylede risalei nur mesleğiyle kuran menbağından istifede etmek ile, silsile yoluyla borular vasıtasıyla suyu içmek yani kurandan istifade etmeye benzerki aralarında kaf dağı kadar fark var,birinci yol yani menbağından suyu içmek her zaman daha kıymetli ve selametli olduğundan risale mesleğine velayeti kübra caddesi denmiştir.slm
Risale-i Nur mesleği "Tarikat" değil "Hakikattir." İlmini ve imanını ve buna bağlı makamını doğrudan Kur'an'dan ve Asrı Saadetten Hz. Ali (ra) vasıtası ile Peygamberimizden almış ve aradaki 1300 seneyi ve bu arada gelen evliyanın silsilesini ve feyzini nazara almamıştır. Zira onlar da vasıtalarla Tarikat pirleri, kutupları ve aktaplarının Kurândan ve şeyhlerinden aldığı feyiz ve ilimleri kendilerinden sonrakilere aktarmıştır. Kendi anlayışlarına ve ibadetlerine göre elde ettikleri feyizleri vardır. Her birisi harika olabilir. Ama Bediüzzaman diyor ki "Biz ferdiyet makamına bağlıyız." Yani hiçbir tarikat silsilesine tabi ve bağlı değiliz. Bizim feyiz aldığımız makam ilmini aldığımız kaynak güneşten ışık alan aylar değil, doğrudan Kurân güneşindendir. Bu nedenle aydan ışık alıp güneşin ışığından rahatsız olan tarikat erbabının anlamadan yaptıkları itirazlara kulak asmayalım, onlarla mücadeleye ve hakikatleri onlara anlatmaya da çalışmayalım, anlamazlar bu nedenle itiraz ederler ve şeyhlerinin parlak zannettikleri makamlarına davet etmeye çalışırlar.Böylece bizleride güneşten mahrum ederler.
Risale-i Nuru okuyup anlamayan ve yeterli bulmayıp kanaat etmeyen ve tarikatçıların mübalağalı, mücazefeli ve kendi şeyhlerini en yüksek makamda gören hayali makamlarına ve parlak sözlerine aldananları vardır. Bunlar Risaleleri basamak yapıp tarikat makamlarından feyz almaya çalışan talihsizlerdir. Akıl ve şeriatı bırakıp tarikatı daha yüksek makam görerek aldanmışlardır. Bu nedenle onlara fazla takılmamak gerekir. FERDİYET makamı demek bizim tarikat kültürüne ve tarikat şeyhlerine ihtiyacımız yok demektir. KAYNAKTAN SU İÇENLERİN buna kanaat etmeyip fabrikada şişelere konan ve buzdolabında saklanan şişe sularına ihtiyacı olmaz. Bir de bu "şişe suyu kaynak suyundan daha mükemmel bir sudur, biz içine bir de ilaç falan kattık her derde devadır" gibi reklamlarına aldanıp para ile satın alıp içmeye gerek yoktur....