Üstad Risalelerde; neden kendisi için "biçare, zayıf, kusurlu kardeşiniz, aciz ve sönük aklım" gibi ifadeler kullanmış?
Değerli Kardeşimiz;
Büyüklüğün şeni küçüklüktür; küçüklüğün şeni büyüklüktür. Büyük insanlar, kendilerine karşı savcı, başkalarına karşı ise avukat gibidirler.
Kendilerinde kusur bulmak için pusuda bekleyen büyük insanlar, başkalarının en büyük kusurlarını örtmek veya görmemek için de gözlerini kaparlar. Tabiri diğerle, kendi kusurlarına büyüteç ile bakan büyükler, başkalarının kusurlarına ise gözlerini yumarlar.
Talebelerine; "Aziz sıddık, kahraman, fedakâr, sebatkâr,.. kardeşlerim." diye hitap eden Bediüzzaman, kendi nefsini yerden yere vurur...
“Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır.” (Mektubât, Yirmi Sekizinci Mektup) diyen Üstad, davasındaki muvaffakiyeti bir ihsan-ı İlâhî olarak görmüş, “liyakat, ilmen üstünlük, azami ihlâs” gibi sebeplere değil, kendisinin “herkesten ziyâde müflis, muhtaç ve müteellim” olmasına bağlamıştır. Bu da onun kulluk şuurundaki kemalinin bir nişanesidir. “Aczde bin kuvvet gördüm” diyen Üstad, kendisini ne kadar muhtaç, âciz ve fakir görmüşse, İlâhî rahmet de onda o kadar fazla tecelli etmiştir.
“Müflis”; iflas eden, bütün servetini, varlığını kaybeden demektir. Her insan da bir yönüyle müflis adam gibidir. Yani, kendisinin hiçbir şeyi yoktur, sahip olduğu her şey Allah’ın birer ihsanıdır ve ona emanet olarak verilmişlerdir. Bu şuura eren bir kulun kalbi, Rabbine karşı daimî bir muhabbet ve minnettarlıkla dolar.
Kendisinde görünen bütün güzellik ve kemallerin Allah’ın ihsanı olduğunu çok iyi bilen Üstad kendisine manevî bir makam ve hisse vermiyor ve şöyle buyuruyor:
"Sözler'deki hakaik ve kemalat, benim değil Kur'an’ındır ve Kur'andan tereşşuh etmiştir. Hatta Onuncu Söz, yüzer ayat-ı Kur'aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair Risaleler dahi umumen öyledir..."
"Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim." (Mektubat, 28. Mektup, Yedinci Risale)
“Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir." (Emirdağ Lahikası, II)
Vazife noktasında kaleme aldığı ve umumun istifadesine sunduğu Nur Külliyatı'nda, büyük bir mürşid, eşsiz bir mütefekkir olma vasıfları hemen nazara çarpmakla birlikte, nefis terbiyesiyle alakalı konularda kendisini “herkesten ziyade nasihate muhtaç” görür. Bu sadece bir tevazu değildir. Üstad Hazretleri dile getirdiği bu manaları iç âleminde tekemmül ettirerek nefsini terakki yolculuğunda ilerletirken, bunları kaleme almakla da okuyucularına ehemmiyetli bir ders vermektedir. Yani, bunları düşünürken kendi nefsini, yazarken kendi nefsiyle birlikte diğer nefisleri de muhatap almıştır. Eğer, bu manaları sadece kendi nefsine ders verseydi, yazmasına gerek kalmazdı.
Üstad Hazretleri sebeplere takılmayıp, onların arkasındakini görebilecek bir gözlük takmamızı istemektedir. Bu cihetle, yani Üstad'ımızı Kur'an'ın elmas ve pırlanta değerindeki hakikatlerinin bir ilancısı, bir dellalı olarak görmek gerektir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar