Risale-i Nur'daki manalar sonsuzdur, demek doğru olur mu?
Değerli Kardeşimiz;
"Sonsuzluk" ifadesi ancak ve ancak Allah’ın ezeli ve ebedi kelamına, yani Kur’an’a özgü bir sıfat olduğu için, tefsirlere bu gibi sıfatları vermek doğru ve caiz değildir.
Risale-i Nurlar her ne kadar Kur’an’dan süzülen manalar olmuş olsalar da nihayetinde beşerden sadır olmuş bir tefsirdir. Bu nedenle asla Kur’an’ın mücella ve mualla makamına erişemez.
Risale-i Nur'un manaları sonsuz olursa Kur’an’la bire bir denk olması gerekir ki, bu durumda tefsir değil direkt Allah kelamı olması icap ederdi. Bu da asla ve kata mümkün değildir. Böyle tehlikeli ve riskli ifadeleri kullanmaktan şiddetle kaçınmak gerekir.
Üstadımız Risale-i Nur'un yüzlerce yerinde "Risale-i Nur'daki manalar Kur’an okyanusundan bir damla, bir ışık hüzmesi, bir katre, bir nokta bir kelime, bir kokucuk" gibi ifadeler kullanırken, bizim kalkıp bu manalara sonsuz dememiz abes ve abartı olur.
Kur’an okyanus, Risale-i Nur ise bu okyanustan bir damla; Kur’an Güneş, Risale-i Nur ise bu Güneş'ten bir parıltı; Kur’an bir kainat, Risale-i Nur ise bir zerre... Bu sebeple ikisini kıyas etmek abesle iştigal etmek olur.
Avam insanlar damladan okyanusa intikal edemedikleri için, damladan daha büyük su birikintilerinin varlığını ve zevkini idrak etmekte zorlanıyorlar. Oysa damla da gücünü ve tadını okyanustan almakta. Okyanus ile damla arasındaki nispet ve bağ kesilse, damla diye bir şey ortalıkta kalmaz.
Risale-i Nur, bütün gücünü ve faziletini Kur’an’dan almakta ve onunla kaim olan bir tefsirdir. Dolayısı ile hiçbir konuda Kur’an ile mukayeseye gelmez ve gelmemelidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Risalei nur marifetullah dersi olduğuiu için marifetullahta terakkiye son olmadığı için risale i nur da bu dersi verdiğinden dolayı risalei nur daki manalar sonsuzdur diyemez miyiz ?
ÜSTAD HAZRETLERİ Haşir risalesini 10 bin defa okuduğunu ve her okuduğunda yeni manalar açıldığın ikrar ediyor bunu nasıl anlamalıyız? Allah Razı olsun :)
Sûfîlere göre Kur’an’da mevcut kelime, lafız ve cümlelerin ilk bakışta akla gelen dış (zahr-zâhir) anlamlarından başka bunların sûfînin mârifetteki derecesine göre halka halka genişleyen iç (batn-bâtın) mânaları da vardır. Bu mânaya ulaşmak, bilgi birikimi ve tefekkür kabiliyetinin yanında ahlâkî olgunluğu da gerektirir. Kur’an’ın dış anlamını Arapça bilenler, iç anlamını ise yakīn ehli olan ârifler bilir (Ebû Tâlib el-Mekkî, I, 108; Gazzâlî, İḥyâʾ, I, 105, 296; Süyûtî, II, 184).
Bununla birlikte mutedil mutasavvıflar zahirî manaya ve bu manalardan çıkan şer‘î hükümlere de büyük önem verirler; batıni mananın dış anlamı geçersiz kılmaması gerektiğini özellikle belirtirler.
Hadis, fıkıh ve kelâm âlimlerinin dil kurallarına, âyet ve hadislerle diğer rivayetlere, akıl ve duyu verilerine dayanarak ortaya koydukları tefsirlerin yanında zâhidlerle mutasavvıflar da kendilerine has bir bilgi aracı olarak kabul ettikleri ilham ve mânevî tecrübelerine göre Kur’an’ı yorumlamaya çalışmışlardır. Bu yorumlar, I ve II. (VII ve VIII.) yüzyıllarda nisbeten dış anlamından farklı şekilde açıklanmaya elverişli az sayıdaki âyetlerle sınırlı tefsir tarzında iken daha sonra bu sınır genişletildi, böylece önemli miktarda âyetlerin tasavvufî yorumlarını içeren tefsirler ortaya çıkmaya başladı.
İbnü’l-Arabî, sûfîlerin Kur’an’ı keşf ve ilhamla yorumlamalarını gerçek anlamda tefsir olarak değerlendirir. Zira Kur’an’ın metni gibi tefsiri de Allah katından olmalıdır. Böylece vahiyle birlikte keşf ve ilhamın kaynağı da ilâhî olduğuna göre gerçek anlamda tefsir Allah’tan gelen ilim ve hikmete dayanarak yapılan yorumdur. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/isari-tefsir
İmam Taftazanî ilhâmı şöyle yorumlamıştır: "İlham kişinin kendisi için delil olabilir. Çünkü ilhamla ilim hasıl olduğu konusunda şüphe yoktur. Bu hususla ilgili hadisler mevcuttur. Bir çok seleften (geçmiş büyük âlimlerden) bununla ilgili haberler nakledilmiştir (Taftazani, Şerhu'l-Akâid, s. 121)
Taftazannî gibi, İmam Gazzalî, Fahreddin Razî ve Seyfüddin Âmidî gibi büyük kelâmcılar ilhamla yakînî ve kat'î bilgilerin elde edileceğini kabul ederler. Ancak ilhamın vehim ve vesveseden ayırabilmek için onun dine uygunluğunun âyet ve hadislerle kontrol edilmesi gerektiğini vurgularlar. Yine büyük bir kelâmcı olan Seyyid Şerif Cürcanî, ilhamın tasavvuf mesleğinde (mühim) bir bilgi edinme yolu olduğunu ifade eder.(Cürcânî, Ta'rifât, s. 35)
İslam alimleri ayet ve hadislere dayanarak ilham ile tefsir yazılabileceğini açık bir şekilde yukarda ifade etmektedirler.
Risâle-i Nûr feyz-i Kur’ânî, ilhâm-ı İlâhî, ihtâr-ı Rabbanî, sünûhât-ı kalbî ve istihracat-ı Kur’ânî yollarıyla te’lif edilmiştir. Risale-i Nurun ekseriyeti kesbi ilimle değil, vehbi ilimle yazılmıştır, onun için çoğunluğu sünühat nevindendir.
Böyle manevi ve ilhami bir tefsirden Üstadın da istifade etmesi gayet normal ve tabidir.
“Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki Kur’an’ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin manalarını beyan, izah ve ispat ederler.
İkinci kısım tefsir ise Kur’an’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah ederler. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir.” (Şualar, s. 434)
Üstadımızın haşir risalesini on bin defa okuması Risale-i Nurun ne denli muazzam ve muhteşem bir mana iklimine sahip olduğunu gösterir ve bize de büyük bir emniyet ve güven hissi bahşeder. Üstad gibi deha birisi dahi haşir risalesinden ders alıyorsa haşir risalesi bizim için böyle tehlikeli bir asırda tam anlamı ile tatmin edici bir kaynak olur demektir.
Risalenin manaları sonlu dersek herkes "o zaman ben mananın sonuna geldim.O manaları hallettim.Ihtiyaç duymuyorum" derse nefsimize mukabil cevabımız ne olur?
Üstadımız bende Risale-i Nurun bir talebesiyim derken bizim Risale-i Nurun sonunu getirmemiz elbette düşünülemez.
O zaman mana sonlu olmaz.Sonsuz olur?