Risale-i Nur'u okumayan veya ona talebe olmayan evliya olabilir mi?
Değerli Kardeşimiz;
Evvela, "Risale-i Nurlar dava değil, dava içinde bir burhandır.", din değil din içinde bir meslek ve meşreptir. Evliyalık ise, sadece bir burhana ve mesleğe münhasır olmayan, geniş ve genel bir kavramdır. Öyle ise evliyalığı belli bir meslek ya da meşrep ile sınırlandırmak doğru olmaz. Bu her meslek ve meşrep için aynıdır. Açıkçası evliyalık hiçbir meslek ya da meşrebin tekelinde değildir.
İkinci olarak, velayet makamı bütün mertebe ve sırların açıldığı, her şeyin ayan beyan olduğu bir makam demek değildir. Yani birisi velayet makamına ulaşmakla her şeyi her yönü ile bilecek ve görecek demek değildir. Öyle ki bazı veliler vardır avam ve çok iman hakikatinden habersizdir, hatta imanı kavi ama taklidi olan veliler bile vardır.
Üçüncü olarak, velayetin çok mevki ve makamları vardır; suğra, vusta ve kübra gibi. Velayetin suğra ve vusta makamları ekseri olarak tarikat ve tasavvuf berzahında gidenlerin makamıdır.
Risale-i Nur mesleği ise sahabe mesleği olan Velayet-i Kübra mesleğinden gidiyor. Suğra ve vusta makamında giden bir velinin Risale-i Nurları bilememesi, görememesi normal bir şeydir. Hatta bazen Kutb-u Azam makamında olan bir veli bile Risale-i Nurları fark edemeyebilir, hatta itiraz dahi edebilir.
Üstad Hazretleri bu manaya şu ifadeleri ile işaret ediyor:
"Aziz, sıddık, müstakim kardeşlerim,
"Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki:
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ sırrıyla, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola."
"Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi 'Ferid' makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, 'Ferdiyet' dahi bulunduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi —farz-ı muhal olarak— Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir."(1)
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (120. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü