Üstad'ımızın; "Ben kaderin mahkûmuyum." ifadesini nasıl anlamalıyız? Kadercilik olmaz mı bu ifade? Kaderin mahkûmu ise, neden onca savunma ve müdafaalarda bulunmuş?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Kaderin mahkûmuyum" ifadesi, Allah’a olan tevekkül ve teslimiyeti ifade eden bir ibaredir. İmanı sağlam olan büyük zatlarda tevekkül ve teslimiyet en kâmil manada tezahür ettiği için, kendi nefislerine bir hisse vermiyorlar. Bu hâl kulluğun zirvesidir. Yoksa burada Cebriye mezhebinin batıl kader anlayışı ifade edilmiyor.

Cebriye, insan iradesini tamamen yok sayıp inkâr ediyor. Halbuki Risale-i Nur'un çok yerlerinde Ehl-i sünnet itikadına uygun bir şekilde insan iradesi kabul edilip, bütün hata ve kusurların insan iradesinden çıktığı ifade ve ispat ediliyor. Yani "iyilik ve güzellikleri Allah’tan, hata ve kusurları kendinden bilmek" kulluğun bir şiarıdır. Halbuki Cebriye mezhebi her şeyi kadere atıp kulluk ve mesuliyetten kaçıyor. İkisi arasında çok büyük bir fark bulunuyor.

Diğer bir husus, insanın başına gelen hadiselerde ilahi iradeye, yani kadere bakan hususlar insan iradesine bakan cihetlerden çok fazladır. Bir hadisede insan iradesinin yüzde beş hissesi varsa, kaderin hissesi yüzde doksan beştir. Tevekkül açısından ekseriyetin yanında bu küçük meselelerin ne hükmü olabilir ki...

Üstad Hazretleri, "Ben kaderin mahkûmuyum" sözünü, kaderin bu dünyadaki tecellisi noktasından ifade etmiş olsa gerektir. "Eski Said" döneminde, üç dehşetli komutana karşı pervasızca karşı koyan ve onların tarziyesiyle neticelenen bir kahramanlık ortadayken, "Yeni Said" döneminde bir nefer gelip onun elini kelepçeleyip hapse götürmesinde ve kendisinin de bu duruma karşı sessiz kalmasında, elbette çok hikmetler olsa gerektir.

Eğer Üstad Hazretleri beşer takatinin fevkindeki eza ve cefalara sabır ve metanetle mukabele etmeseydi, belki de bu muhteşem eserler bugün elimizde olmayabilirdi. Mahkeme müdafaaları, Şualar, Emirdağ Lahikası ve sair risalelerde çokça mevcuttur. Bunların tümü mahkemelerde kendisi ve avukatları tarafından okunmuş ve birçoğunda da beraat ettirilmiştir.

Müdafaalar zahiren mahkeme müdafaası olarak görünse de Risale-i Nurları ve müellifini müdafaa ettiğinden kıymet arzetmektedir. Aşağıda konuyla alakalı olarak birkaç maddeyi nazarlarınıza arz ediyoruz.

1. Risale-i Nurlar Kur'an'ın bu asırdaki en büyük tefsiri olması hasebiyle, bu eserleri müdafaa aynı zamanda Kur'an'ı müdafaadır. Dolayısıyla Kur'an'ı müdafaa edenler de yapmış oldukları müdafaalar da okunmaya ve ayakta alkışlanmaya elyaktır.

2. Risale-i Nur'a ve müellifine olan sadakat.

3. Davaya olan samimiyeti izhar.

4. Talebelerinin zindana ehemmiyet vermeyerek mahkemelerde gösterdikleri metanet ve sergiledikleri tavırlar, Kur'an ve iman hususunda cansiperâne olan bir kahramanlıktan ibarettir.

5. Bu eserler ve müdafaalar, birçok baskıların, akıl almaz zulüm ve işkencelerin, dayanılmaz eza ve cefaların meyvesidir. Bu müdafaaların hepsi çilenin, ızdırabın ve sıkıntıların neticesinde kaleme alınmış, çok geç de olsa (yirmi sekiz yıl) hepsinin beraat etmesine sebebiyet vermiştir.

6. Bu müdafaalar yazılmasaydı, acaba biz bu eserleri bugün rahat bir şekilde okuyabilir miydik?

Araştırmacı yazar Necmettin Şahiner'e göre, Risale-i Nur eserleri bin beş yüz mahkemeden beraat etmiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...