Yurtdışında Nurları ve Üstadı tanıtmak için; broşür hazırlayıp, posta kutularına dağıtmak doğru mu? "Sırran tenevverat" düsturunu bugünkü hizmet açısından nasıl anlayabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu düstur, hizmet ederken ve hedefe giderken ortalığı toza dumana katmamayı ders verir. Bediüzzaman Hazretleri talebelerine güneş gibi, “gürültü yapmadan aydınlatma” yolunu gösterir. Bu, riyadan uzak kalmayı netice veren bir ihlâs dersi olduğu gibi, aynı zamanda bir tedbir ve bir ihtiyattır.
Bilindiği üzere, Risale-i Nurlar, büyük baskıların ve sıkı takiplerin olduğu bir dönemde yazılmıştır. Din ve diyanetin, ezan ve Kur’an okumanın yasaklandığı, dini eserlerin yazdırılmadığı, din adamlarının idam ve baskılar ile susturulduğu veya susturulmaya çalışıldığı bir ortamda meydana çıkmıştır.
Sırran tenevverat, kelime olarak, gizli nurlanma demektir. Risele-i Nurlarda sırran tenevveratın manası, müspet hareket, asayişe zarar vermeden, gürültü patırtı çıkartmadan, gösteriş ve nümayişten uzak, devlet ve resmi kurumlarla mümkün mertebe karşı karşıya gelmemek olarak anlayabiliriz.
Nur cemaati, müspet hareket ederek ve asayişe de zarar vermeden hizmet etmeyi prensip kabul eden bir hareket olduğu için, hizmetlerini perde arkasında ve gürültüsüz olarak yapmıştır.
Şimdi bu baskı ve zulümler ortadan kalktığı için, gizli ve perde arkasında hizmet manaları bir derece farklılık arzedebilir. Lakin müspet hareket, nümayişsiz ve kavlileyyin tarzında hareket etmek, daimi düsturlarımızdır. Bu sebeple posta kutularına broşür atmak bizim hizmet tarzımıza pek uygun bir davranış olmadığını düşünüyoruz. Zira bizim mesleğimizde tebliğ, insan odaklıdır. Yani insanlar ile birebir alakadar olmak şeklindedir.
Broşür tarzı tebliğ biraz siyasi propagandayı hatırlatıyor. Özellikle Avrupada yaygın bir önyargı olmasından dolayı insanlar İslam dinine mesafeli duruyorlar. Bu mesafe de ancak ikili ilişkiler ve sıkı münasebetletle yıkılabilir. Yoksa broşür tarzı hizmet etmek beşeri ilişkilerden uzak bir şekil olması nedeni ile bazen tam aksi bir tesir uyandırabilir.
Diyorlar ki: "Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir. Nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz, çok nurlu risaleleri halklara gösterilmesini men ediyorsunuz?"
Bu suale karşı cevabın muhtasar meâli şudur ki:
Baştaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz, yanlış mânâ verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tamah veyahut havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhâmını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.” (Lem’alar, 16. Lem’a)
Bir de kıymetli hakikatler, kıymetli bir tarzda sunulmalıdır. Kuyumcu hiçbir zaman altın satmak için pazara çıkıp avaz avaz bağırmaz, müşterinin kendisi gidip altınını alır. Yanlış anlaşılmasın, bu ifade, biz oturalım da müşteri ayağımıza gelsin demek değil, müşteriye Risale-i Nurları verirken, onun çok kıymetli bir mal olduğunu hissettirmek manasındadır. Yine anlatmak için çaba sarf edeceğiz, onlarla diyalog kurmaya çalışacağız ama malımızın da ağırlığını ve kıymetini karşı tarafa hissettirmeliyiz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü