Ali Uçar Kimdir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Ali Uçar Ağabey, daha ziyade, yurt dışında hizmet veren ve birçok yabancı dil bilen fedakâr bir Nur talebesidir.

Yurt dışında bir sene içinde dört yüzü aşkın konferans vererek yabancıların rekor kitaplarında yer almıştır.

Üniversite mezunu ve hiç evlenmeyen Ali Uçar Ağabey, 1997 tarihinde Bulgaristan sınırları içinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu, Bayram Yüksel Ağabey ile birlikte Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 24.590
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

yunus-emre
Şahsen birkaç kez dinlemek nasib oldu rahmetli Ali ağabeyi. Hakikaten çok harika konuşuyordu. Saatlerce dinleseniz hiç sıkıcı gelmiyordu. Bu derece güzel konuşmak pek az kimsenin kârıdır.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi
Rahmetli Ali Uçar Ağabeylerden biridir.. Allah mekânını cennet etsin.. Ali Uçar Ağabey ile ilgili bir kaç hatırayı nakletmek istiyorum.. Merhum ağabeyimiz bir köy okulunda edebiyat öğretmenliği yapmakta iken bazı hâdisat cereyan eder.. ve bu olayı haber alan bir Nur Talebesi Ağabey, Ali Uçar Abi'yi ziyarete gider.. onun çok kitap okuduğunu bildiği için ona bir kaç eser vermek ister.. ve Ali Uçar Abi'ye 3 gün sonra gelip kitaplarını alacağını söyler.. Ali Uçar Abi de zaten edebiyat öğretmeni olduğunu, kitap okumayı sevdiğini belirtir.. ve teklifi kabul eder. Bunun üzerinde Risale-i Nur'dan verilen eserleri okumaya başlar.. ve gece gündüz mesaisini sarf eder.. Allah hakkındaki görüşleri tamamen değişir.. ve sanki kendini bu eserlerde bulmuştur.. Bu eserleri almak için abi geldiğinde 'kesinlikle bu eserleri veremeyeceğini ve bunların kaynağını ve tamamını' istediğini belirtir. Bu isteğe mukabil cevap alır ve Risale-i Nur'un kara sevdalısı olur.. ve Üstadımızın Muazzez talebeleriyle tanışır.. ve hizmet-i îmaniye'de koşturmaya başlar.. O günden sonra tek gayesi bu Nurları ne kadar çok insana ulaştırabileceğidir. Ekseriyetle Bayram Yüksel Ağabey ile hizmetlerde bulunmuştur. Avrupa da Nur Hizmetinde çok faideleri olmuştur. Risale-i Nur'u yabancı dillerde olan insanlara anlatabilmek için çeşitli yabancı diller öğrenir.. ve hatta 7 dilin üzerinde dil öğrendiği kaydedilir.. başta Arapça, İngilizce.. vb. dillerden sonra en son olarak da Japonca öğrenir.. ve çok da ilerleme kaydeder.. Bu Ağabey'imiz bana misal-i imtisal olmuş ağabeylerden birisidir. Van'da bir süre vakıflık yaptığı için bir çok hatırasını duymuşumdur. İnşaallah peyderpey bu hatıraları kaydetmek isterim.. Nur yolunda olan hayatlar bize birer örnek teşkil eder. İstifade etmeniz dileğiyle.. Selam ve dua ile..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi

Merhum Ali Uçar Ağabey'i Zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz'i rüyasında görmesi.. 
Ali Uçar Ağabey'in Rüyası
Bediüzzzaman Hazretlerinin talebelerinden Bayram Yüksel Ağabey, ömür boyu süren iman hizmetini Sofya'daki bir trafik kazasında noktalayıp ahirete intikal ettiğinde, yanında biri daha vardı: ALİ UÇAR ağabey, Rabbim iki ağabeyimize de rahmet eylesin amin.

Her gün bir başka yere koşarak iman hizmetinde bulunan Ali Uçar ağabey, yıllar önce gördüğü bir rüyayı anlattığında, bu hatırası arkadaşları tarafından teybe alınmıştı. Onun mübarek rüyasını, kasette kullandığı ifadelerle aynen aktarılmış. Mekanları Cennet olsun.

Peygamber Sofrasındaki Şehit

《Büyük bir ova ile bitişen bir dağın yamacında, güneşin hareretinin azaldığı sıralarda, kardeşlerle yere otumuş ders yapıyorduk. Ben, risaleleri yeni tanıyan genç bir kardeşin yanında oturuyordum.

Birden, ovada küçük küçük dairesel gölgeler gördüm. Yukarı baktım, gökten yüzlerce paraşütlü ve silahlı askerler iniyordu. Biz, ovadan 75-100 m. kadar yüksekteki dağın yamacında idik. Dağ ve ovanın bitiştiği yerde eski şehir harabeleri, asırlık ağaçlar ve bilhassa incir ağaçları bulunuyordu. İnen paraşütlü askerler, derhal harabelere koşup mevzileniyordu. Hemen akabinde, ufuktan toz bulutu gibi süvariler oraya doğru gelip, diğerleri ile savaşa tutuştular.

Bu arada kardeşlerle susup hayretler içerisinde, hiç telaş göstermeden yalnızca onları seyrediyorduk. Fakat onlar bizim varlığımızdan haberdar değillerdi. Her neyse... Süvariler, çok geçmeden diğerlerini harebede öldürüp, geldikleri gibi gittiler.

Ben, yanımdaki kardeşe, "Düşmanların her an gelip bizi de öldüreceklerini ve aşağıdaki silahlardan bazılarını kullanabildiğimi, ona öğreteceğimi " söyledim. Aşağıya indik, ona bazukanın nasıl kullanıldığını gösterirken, arkamdan bir el omuzuma dokunarak:

- "Ali Uçar sen misin? " dedi. Dönüp baktım ki, kırmızı sakalları göğsüne inen, deve yününden yapılmış ince bir cübbe içerisinde, nurani ve mütebessim bir zat:

- "Benimle gel, seninle bir yere gideceğiz! " Ben, " Arkadaşım da, gelebilir mi?" diye sordum. O, arkadaşıma döndü, tebessüm ederek:

- "Yooook, yooook....o, kalsın!" dedi. Bir kaç defa ısrar etmeme rağmen razı olmadı. Böylece yola koyulduk. Yolda yürürken o zat bana:

- "Bu günlerde hiç risale okudunuz mu?" diye sordu.

- "Evet" dedim. Yine sordu:

- "Orada Davud'un kıssası var mı? Ben yine "Evet" dedim. O zat:

- "Siz, yoksa Davud (a.s) mısınız? dedim. " Evet" dedi. Bir müddet beraber yürüdükten sonra, bir hendek yanına geldik. Davud (a.s), bana:

- "Bismillahirrahmanirrahim diyerek karşıdaki kayaya atla! dedi. Onun dediğini yaparak karşıya geçtik. Daha sonra ikinci bir uçurumun ucuna gelince, Davud (a.s), bana yine:

- "Bismillahirrahmanirrahim de ve karşıya uç. Karşıda şöyle şöyle bir yere varacaksın!" diyerek bana karşı tarafta bir yer tarif etti. Sonra,

- "Anladın mı?" dedi. Ben " Anladım " deyince:

- "Bana tarif et!" dedi. Tarif ettim. Uçuruma bakınca, "Buradan nasıl atlanır?" diye içimden korku ve hayretle düşündüm. Fakat Davud (a.s), insana bakışları ve tebessümü ile güven veriyordu. Hem O, bir peygamber idi.

"O'nun sözüne itimat edilir." diye düşündüm. Ne var ki, bir peygamberden önce davranıp karşıya geçmek, edebe muhalif olur diye, "Önce siz geçin" dedim. Davud (a.s):

- "Önce sen geç, ben sonra geçeceğim" dedi. Ben de, besmeleyi çekip kendimi uçuruma doğru bıraktım. Ellerim önde, ayaklarım arkada, düz bir vaziyette karşıya doğru uçmaya başladım. Rüyada uçmak öyle zevkli, öyle bir lezzetli ki, anlatamam. Her neyse... Karşı tarafa, tarif edilen yere vardım. Orada ayakta birkaç kişi konuşuyordu. 

Davud (a.s) yanımıza geldi ve onları bana tanıttı.

- "Bu Süleyman'dır" dedi. Ben, "Yani, Süleyman (a.s) mı ?" dedim. "Evet" dedi. Diğer birkaç peygamberi de, bu şekilde bana tanıttı. Ben, Davud (a.s) 'a hasretle:

- "Bizim peygamberimiz nerede?" diye sordum. Davud (a.s), elini kaldırarak bir tarafa doğru işaret etti. Büyük bir iştiyakla o yöne doğru koşmaya başladım. Tam tepeye ulaşıyorum, ayağım kayıyor, otuz metre aşağıya düşüp, tekrar çıkmaya çabalıyorum. Nihayet yamacı aşarak, koşmaya devam ettim. Bol ağaçlı bir ormana girdim, gittikçe ağaçlar sıklaştı ve birden ağaçlar kesildi. Boyları göğsüme kadar gelen buğday başakları ile dolu bir düzlüğe çıktım. Ortada da bir patika yol vardı. Patika yola girer girmez, Cenab-ı Peygamber'i (a.s.m) gördüm. Büyük bir heyecan içerisinde selam verdim. Gülümseyerek selamımı alan Peygamberimiz:

- "Geldin mi, Ali?" dedi.

- "Geldim, ya Resulallah!" dedim.

O'nun gülümsemesi bana o kadar lezzet vermişti ki, tarif edemem. Adeta o gülümseme içime, iliklerime, bütün hücrelerime kadar işlemişti. Cenab-ı Peygamber (a.s.m) yüzü dolgun, yeni traş olmuş, heybetli, her tarafı nurani ve insana güven veren bir çehre içerisindeydi.

- "Ya Resulallah, bu sefer sizi çok iyi gördüm." dedim. (Cenab-ı Peygamber a.s.m'ı daha evvel, mükerreren zayıf görmüştüm.) Cenab-ı Peygamber (a.s.m), pazularını şişirerek, mütebessim bir şekilde:

- "Evet, çok iyiyim." dedi. Ben buraya nasıl geldiğimi ve başımdan geçenleri anlattım. Savaştan bahsettim. Cenab-ı Peygamber (a.s.m) ciddileşmişti.

- "Onların ikisi de kafirdir. Sizlere bir zarar veremezler." dedi. Cenab-ı Peygamber (a.s.m) ciddileşince, heybetinden dolayı insan taş kesiliyordu. Cenab-ı Peygamber (a.s.m),

-"Arkadaşlar..." deyince, birden kendimi diğer peygamberlerin oluşturduğu bir halkanın içinde buldum. Demek ki, Resulullah (a.s.m) ile konuşurken öyle dalmışım ki, onların varlığının farkına varmamışım. Cenab-ı Peygamber (a.s.m), konuşmasına devam ederek,

-"Sofrayı hazırlayın! buyurdu. Etrafımızdaki peygamberler, koşarak uzaklaştılar. Biraz sonra yemek yenecekti. Ben, Cenab-ı Peygamber (a.s.m) ile oraya doğru, O (a.s.m) önde, ben arkada yürürken, "Risale-i Nur okuduğumuzdan, talebe hizmetlerinden ve diğer hizmetlerimizden" bahsediyordum. Bu arada sofranın başına geldik. Sofra daire şeklinde idi. Cenab-ı Peygamber'in (a.s.m) oturduğu yerin hemem sağında Davud (a.s) ve ben vardım. Karşımdaki zatın kim olduğu zihnimi kurcalıyordu. Herhalde Yusuf (a.s) idi. Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen bütün peygamberler sofrada hazır bulunuyordu. Cenab-ı Peygamber (a.s.m)'in önünde bulunan iki tabakta salata vardı. Her ne ise... Cenab-ı Peygamber (a.s.m) diğer peygamberleri tanıtmaya başladı. Hemen yanındaki Davud (a.s)'ı överek tanıtmaya başladı. Bu arada sırtına hafif hafif vurarak, Kur'andaki bahislerinden de bahsediyordu. Cenab-ı Peygamber (a.s.m), sözünü bitirir bitirmez, ben Davud (a.s)'ın Risale-i Nur'da geçen kıssasını anlattım.

Davud (a.s) isminin, kıssasının risalelerde geçmesine pek memnun olmuş ve bu memnuniyetini diğer peygamberlere mimik hareketleriyle izhar ediyordu. Cenab-ı Peygamber (a.s.m), diğer peygamberleri de bu şekilde tanıttı. Ben de, her defasında onların kıssalarını, Risale-i Nur'da geçen yerlerden naklettim. Hepsi bundan memnun oldu.

Artık yemek nihayete erecekti. Cenab-ı Peygamber (a.s.m),

-" Misafirin duası makbuldür. Yemek duasını sen yap!" buyurdu. Ben, daha evvel ezberlemiş olduğum Sözler'deki duayı ve münacatın sonundaki duayı okudum:

-" Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerinin ve gölgelerinin asıllarını, menba'larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada da yedir. Bizi zeval ve teb'id ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başı boş bırakıp idam etme."

" Ya Rabbi ve ya Rabb-es Semavati ve-l Aradin! Ya Halıkı ve ya Halık-ı Külli Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hakimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur'an'a ve imana hizmet için , insanların kalplerini Risale-i Nur'a müsahhar yap! Ve bana ihvanıma, iman-ı kamil ve hüsn-ü hatime ver. Hazreti Musa Aleyhisselam'a denizi, Hazreti İbrahim Aleyhisselam'a ateşi ve Hazreti Davud Aleyhisselam'a dağı, demiri ve Hazreti Süleyman Aleyhisselam'a cinni ve insi ve Hazreti Muhammed Aleyhisssalatü Vesselam'a Şems ve Kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur'a kalpleri ve akılları musahhar kıl!.. Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs'te mes'ud kıl! Amin, amin, amin!...
(Şualar: 5)

Bunun üzerine, Efendimiz Cenab-ı Peygamber (a.s.m),

-" Maşallah, ne güzel ve ne cami bir dua. Bu, Bediüzzaman'ın duası. Bir daha oku" buyurdu. Ben tekrar okudum. Cenab-ı Peygamber Efendimiz (a.s.m), yine:

-" Maşallah, ne güzel ve ne cami bir dua. Bir daha oku" buyurdu. Ben yine aşkla ve şevkle okudum. Bana üç kez okuttular.

Artık sofradan ayrılma zamanı gelmişti. Cenab-ı Peygamber (a.s.m), ayağa kalkmıştı. Ben de vedalaşmak üzere yanına yaklaştım. İçimden, " Ben sizin yerinizi öğrendim. Artık sık sık buraya gelirim" dedim. Cenab-ı Peygamber (a.s.m.)'a " Ya Resulallah, biz devamlı Risale-i Nur okuyoruz. Ben şimdi Nur talebelerinin yanına gidiyorum. Onlara ne diyeyim?" diye sordum. Cenab-ı Peygamber (a.s.m.), mübarek parmağını havaya kaldırdı ki, diğer peygamberler gözleriyle takip ediyorlardı. Cenab-ı Peygamber (a.s.m.):

-" Allah (c.c.) sizinle beraberdir" buyurdu. Sonra mübarek parmağını aşağıya, diğer peygamberleri gösterecek şekilde indirdi ve bir daire çizdi:

-" Arkadaşlarım da sizlerle beraberdir." buyurdu. Sonra mübarek eliyle kendini işaret ederek:

-" Bende sizinle beraberim" buyurdu. Cenab-ı Peygamber (a.s.m.), ciddileşmişti. Mübarek sesini yükselterek:

- "Devam edin!... Devam edin!... Devam edin!..." buyurarak, bana son mesajını verdi.

Efendimiz Cenab-ı Peygamber(a.s.m.)'dan ayrılmadan önce sıkıca sarıldım ve uyandığımda kendimi, ayakta buldum.》
İstifade etmemiz dileğiyle.. Selam ve dua ile..

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi
Bir gün Rahmetli Ali Uçar Ağabey, uçakta iken bir Ermeni ile aralarında bir konuşma cereyan eder. Ermeni Türkiye'nin ele geçirilebileceğini, bölünebileceğini ama bir engel olduğunu söyler. Ve aralarında uzun süreli bir konuşma olur. Ermeni son olarak şöyle der: "Türkiye'nin işi kolay kolay ama şu NURCULAR olmasa.." Gerçekten öyle.. Türkiye'de 'asayişin manevî muhafızları' Nur Talebeleri..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...