"‘Şu garib ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?’ diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İşârâtü'l-İ'caz'ın başında Kur'an'ın makasıd-ı erbaası/dört maksadı tespit edildikten sonra hilkat hükümetinin (mevcudatın amiri olan şuur sahipleri) fenn-i hikmeti (doğruyu arayan dindar felsefe) insanların kimler olduğu ve ne vazife gördüğü ile alakalı hakikati araştırmak maksadıyla insanların arasına gönderme hâdisesinden bahsedilir.
Hikmet, yaratılanların yaratılışını, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünyada ne işinin olduğunu sorgulayan ilim dalıdır. Hikmet yani araştıran ve hakikati arayan ilim, bu bakımdan bir sual sorma makamı, hilkat hükümeti de kâinatın tamamı olup, herkes Allah'a itaat ederken ve vazifesine dikkat ederken, zahiren hiçbir iş yapmayan ve ekseriyetle isyan içerisinde olan insanların durumunu merak eden mahlûkat şeklinde anlaşılmalı.
Hilkat hükümeti, melaike, ruhaniyat ve benzeri şuurlu mahlûklar olabilir. Diğer bir ifadeyle masivaullah dediğimiz Cenab-ı Hakk'ın dışındaki her şey kastediliyor olabilir.
Bunların başında da melaikeler, cinler, insanlar ve sair varlıklar gelmektedir. İşte bütün mahlûkatın hikmet ilmi vasıtasıyla insanların yaratılış hikmetini araştırması ve sorgulaması sebebiyle, bu suallere en vâzıh ve açık cevabı da kaynağını vahiyden alan Peygamber Efendimiz (a.s.m) verir. O (a.s.m), cevabında buyuruyor ki; "Ey hikmet, bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır..." Yani bizler, Âdemoğulları olarak, yokluktan yaratılıp ahiret diyarına giderken, bu nurlu ve hayatlı dünya memleketine uğramış bulunmaktayız.
Burada da vazifemiz bittiğinde, yolculuğumuz ahirete doğru devam edecek ve inşaallah ebedî cennet ile son bulacaktır.
İşaratü'l-İ'caz'da geçen bahsi aynen alıyoruz:
"Evet, benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti: 'Şu garib ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?' diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı. Ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:
"Hikmet: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?"
"Bu suale, benî-âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beşere vekâleten karşısına çıkarak, şöyle cevabta bulundu:
"Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re's-ül malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî'den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî'nin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'an-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku!"(1)
(1) bk. İşarat-ül İ'caz, Fatiha Suresi Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar