"Allah kâinatı yaratmış, daha bir şeye karışmıyor." gibi iddialara nasıl cevap verebiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kâinatın, sürekli tazelenip yenilenmesi ve hareket halinde olması, bu fikri çürütmek için yeterlidir. Hareket ve tazelemek fiilleri; tedbir ve idarenin sürekli cari olduğunu gösteriyor. Zira fiil ile fail arasında zaruri bir bağ vardır.

Bu âlemi en mükemmel bir şekilde terbiye eden Allah, onu kendi haline bırakmamıştır. Onda sürekli faaliyetler, değişmeler, kemale ermeler ve zevale meyletmeler, hayata kavuşma, rızıklanma, hastalanma ve şifa bulmalar, izzete kavuşma ve zillete düşmeler, gülmeler ve ağlamalar, açmalar ve solmalar, aydınlanma ve karanlığa gömülmeler ve böyle daha nice işler ve haller sürekli olarak icra ediliyor ve sergileniyor. Allah, birbirinden farklı sayısız fiillerde tasarruf ediyor, her şeyin her işini görüyor, bütün sesleri birden işitiyor, bütün ihtiyaçlara birlikte cevap veriyor.

“Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz” olamayacağını bilen bir insan, her neye ve hangi hâdiseye baksa, onun arkasında Rabbinin icraatını ve tasarrufunu idrak eder. Bu kadar sanatlı ve hikmetli eserlerin ve icraatların; “şuursuz sebeplerin, kör tesadüfün, sağır tabiatın” işi olamayacağını anlar. Her varlık üstünde Cenab-ı Hakk’ın silinmez ve taklit edilmez mührünü görür.

Hem Allah’ın Kayyum sıfatı, kâinatın kendi haline bırakılmasını asla kabul etmez. Bu aklen de böyledir. Zira sonsuz ilim, mutlak irade ve nihayetsiz kudret olmadan, bir sineğin bile icadı kabil değildir. Hâlbuki her bahar mevsiminde, sayısız canlılar icat ediliyor.

"'Birden bir sudur eder.'; yani 'Bir zattan bizzat birtek sudur edebilir. Sair şeyler, vasıtalar vasıtasıyla ondan sudur eder.' diye, Ganiyy-i ale'l-Itlak ve Kadîr-i Mutlakı âciz vesaite muhtaç göstererek, bütün esbaba ve vesaite, rububiyette bir nevi şirket verip, Hâlık-ı Zülcelâle 'akl-ı evvel' namında bir mahlûku verip âdeta sair mülkünü esbaba ve vesaite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan şirk-âlûd ve dalâlet-pîşe o felsefenin düsturu nerede? Hükemanın yüksek kısmı olan işrakıyyun böyle halt etseler, maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin."(Otuzuncu Söz)

Bunlara göre, akl-ı evvel Allah'ın mahlûku olup ve bundan ikinci akıl, ikincisinden üçüncü akıl... ve böylece "ukul-ü aşere" dedikleri birbirinden neş’et on akıl varlığı tevehhüm edilerek dalâlete gidilmiştir.

Ukul-u aşere: Kelime olarak on akıl, ilk akıl, hılkî ve cibillîakıl demektir. Bir kısım eski ve sapık felsefecilere ve hususan İşrakıyyuna göre; teselsül tâbiri ile müessiriyetini iddia ettikleri sebeblerden birincisidir.

Bunların iddiasına göre ilk sebep olan Allah, kesret âlemi olan kâinatı bizzat yaratıp idare etmiyor, on akıl vesilesi ile idare ediyormuş. Bu gibi fikirlerin akıl ve mantık ile bağdaşan bir yönü bulunmuyor.

Allah’ın mutlak irade sahibi olduğuna; bütün kâinat ve bu kâinat içindeki sayısız tercih ve imkânlar birer vesika ve ispattırlar. Tercih ve imkânlar ortada iken, tercihi yapan ezelî iradeyi inkâr etmek kâr-ı akıl değildir.

Hem Allah’ın ezelî iradesi ile kâinat arasındaki münasebetin nasıl ve hangi keyfiyet üzerine olduğunu idrakten aciz kalmamız, ezelî iradenin varlığına işaret eden sayısız tercih ve imkânları cerh etmiyor. Allah’ın ezelde irade etmesini zaman ve mekân kaydı ile anlamamız mümkün değildir. Akıl, Allah’ın Zât-ı akdesini idrakten aciz olduğu gibi, ezelî iradenin tecelli keyfiyetini de idrakten acizdir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 7.114
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...