"Allah’a rücu etmek, Allah’tan gelmeyi iktiza eder. Bunun için bir kısım insanlar, Allah ile insan arasında ittisali tevehhüm etmişlerdir..." Sual ve cevabı izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"S - Allah’a rücu etmek, Allah’tan gelmeyi iktiza eder. Bunun için bir kısım insanlar, Allah ile insan arasında ittisali tevehhüm etmişlerdir ve bazı sofiler de şüpheye düşmüşlerdir."

"C - Dünyada insanın vücut ve bekası olduğu gibi, âhirette de vücut ve bekası vardır. Dünyadaki vücut, vasıtasız dest-i kudretten çıkar. Dünyada terkip, tahlil, tasarruf, tahavvül ile karışık bekà meselesi, sabıkan zikredilen hikmet üzerine esbab, vesait, ilel, meseleye müdahale edip araya girerler. Âhirette ise, vücut ve beka, her ikisi de levazımatıyla, terkibatıyla bizzat dest-i kudretten çıkarlar ve herkes hakikî Mâlikini bilir. İşte bunu anlayan, rücuun ne demek olduğunu anlar."
(1)

Allah’a rücu etmek -hâşâ- Allah ile hulul etmek, Allah ile ittisal etmek manasında değildir. Tevhid itikadında hulul ve ittisal açık seçik olarak küfür ve şirktir. Kim bu yola girerse küfre girmiş, İslam dairesinden çıkmış olur.

"Rücu" kelime olarak geri dönmek olup, buradaki manası ile bir neticenin kaynağına inme ve esasına dönmek demektir. Meselâ; elma bir netice iken, elmanın ağacı ve kökü ona bir kaynak, bir esastır. Elmayı yiyen adam bu elmanın nereden geldiğini merak ettiğinde, ağaç ve köke rücu eder, yani onu inceler demektir.

Bütün neticelerin hakiki kaynağı ve esası, Allah’ın sonsuz kudret ve ilim sıfatıdır. Ağaç ve kökler veya her hangi bir sebep, bu asıl kaynak ve esasa birer perde, birer vesiledirler. İşte insan, iman ve hidayet ile bu asıl kaynağa rücu etmelidir. Yani her sebebin arkasında asıl fail olan ilahi kudreti görmeli ve O’na perestiş etmelidir. İşte rücu yani dönüş Allah’adır.

Dünyada neticeler sebepler eli ile verildiği için, çok insanlar hakiki fail olan Allah’a rücu edemiyorlar.

Meyveyi yaratan ve onda Rezzâk ismini tecellî ettiren Allah’tır. Ağaç, toprak, su, bahar, güneş hep birer sebep, birer perde ve vasıtadırlar. Bunlar ne tek olarak ne de bir araya gelerek bir elma yapma iradesinden, ilminden ve kudretinden mahrumdurlar. Başka bir risalede beyan edildiği gibi, “o elma kâinat tezgâhında dokunmaktadır.” Kâinata sahip olmayan elmanın mucidi olamaz. Kâinatın tümü ve onda vazife gören bütün sebepler ve vasıtalar birer perde olmaktan öteye geçemezler.

Bir perdenin arkasından bize bir nimet uzatılsa perdeye teşekkür etmek ve nimeti ondan bilmek aklımızdan geçmez.

Meyve ağacı bir perdedir; rızkı, Rezzâk olan Allah vermektedir.

Anne ve baba birer sebep, birer vasıtadırlar, insanı yaratan ise Allah’tır.

Deniz ayrı bir perdedir, balıkları yapan deniz değil, denizin sahibidir.

Hep zahiri bir vesile ve perde olan sebeplerde takılıp kalıyorlar ve Allah’a rucu edemiyorlar. Lakin ahirette sebepler ortadan kalkıp kudret bizzat tecelli edeceği için, insanlar netice ile kudret arasındaki teması görecek ve her neticede bizzat kudrete rücu edecekler, yani İlahi kudreti görmekte ve anlamakta zorluk çekmeyecekler.

Bu perdelerin bir vazifesi de insanlar için bir imtihan vesilesi olmalarıdır. Kim meyveyi Allah’tan bilecek, kim o kudret mu’cizesini ağaca, maddeye veya tabiata verecektir. Bu imtihanı kazanan ehl-i iman cennette sayısız ve akıl almaz harika ihsanlara perdesiz kavuşacaklardır. Artık meyve yemek için baharın gelmesi beklenmeyecek, yağmurun yağması gözlenmeyecektir. Bir meyve dalından koparıldığında o daha kişinin ağzına gitmeden yerine hemen yenisi yaratılacaktır.

“Esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup Rabb-i Rahîm’lerine makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Maliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar." (Mektubat, 20. Mektub)

Perdesiz kavuşma ifadesi iki ayrı manayı ifade etmektedir:

Birisi esbab perdeleri ortadan kalkarak, nimetler doğrudan Allah’tan bilinecek, şükür ve minnettarlıklar O’na yapılacaktır. Diğer mana ise cennette Rabbimizi doğrudan görmemiz ihsan edilecektir.

İnsan cennette bir elma yediği zaman, def’î ve derhal kudrete intikal edip, Allah’a teşekkür edebilecek. Burada bu fiil iman ve hidayet ile mümkün iken, orada kudret bizzat görüleceği için rücu çok kuvvetli ve ani olacak ki, Üstad Hazretleri bu rücuya hakiki rücu diyor. “Dönüş O’nadır” hakikatinin dünya ve ahiretteki farklarına işaret ediliyor.

Diğer bir manası da ahiret baki bir âlem iken, dünya ise geçici ve fani bir âlemdir. Ahiret Allah’ın isim ve sıfatlarının ebedî tecelli edeceği ebedî bir yurdu iken, dünya ise geçici ve kararsız bir yurttur. Dolayısı ile ahiret Allah’ın ebedî ve kalıcı bir mülkü ve meskenidir. Biz de bu ebedî diyara döneceğiz. Çünkü dünya fani ve geçici bir handır. İnsan dünyadan ahirete ebedî kalmak için rücu edecektir.

(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 28. Ayet Tefsiri.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.541
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...