"Beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad, keyifli hevasat tabiri ile dünyanın "helal ve meşru eğlenceler"ine işaret ediyor. Kalbin, ruhun, vicdanın ve sair latifelerin gıdası ve keyif aldığı şeyler; ibadet ve zikirlerdir. Nefis ve hevanın da kendine münasip bazı gıda ve keyif aldığı şeyler vardır ki bunlar; dünyanın helal ve meşru eğlence ve lezzetleridir.
Radyo ve televizyonda beş programdan dört tanesi kalp ve ruha hitap ediyorsa, bu beşten birisi de nefis ve hevaya hitap etmelidir. Bunlar da helal musiki, meşru eğlenceli yarışmalar, oyun ve marşlar olur.
Bu durumun istisnası var mı?
Üstad'ın beşte bir tabiri, onda ikiye tekabül ediyor. Yani; televizyon ve radyo gibi vasıtalarda, on programdan sekiz tanesi, insanın kalbin, ruhun, vicdanın ve latif hissiyatların hissesi olan iman ve İslam hakikatlerine ayrılmalı, geri kalan kısmı ise nefis ve hevanın hakkına verilmelidir diyor. Nisbet olarak bakıldığında, Üstad'ın tesbiti gayet adil ve münasip bir tesbittir. Lakin günümüz insanları Televole ve Magazin kültürüne alıştığı için, Üstad'ın tespiti ağır ve mübalağa gibi geliyor. Ama bu nesil böyle kalmayıp, günah ve gafletlerden silkineceği için, ileride Üstad'ın tesbitinin kâfi olduğu anlaşılacaktır.
İnsan mahiyetindeki nefis ve hevanın keyfi ve lezzzeti; kalb, ruh, vicdan ve diğer latifeler keyfi yanında çok cüz’î kalıyor. Ama hâlihazırda ekalliyet, ekseriyete tahakküm ediyor. Yani nefis ve heva kalb, ruh, vicdan ve latifeler gibi hissiyatların üstünde müstebit bir zorba gibi hükmediyor. Elbette böyle bir durumun aksi de bir gün vuku bulacaktır.
Burada geçen, havanın sırr-ı hikmetine münafi olmak, ne demektir?
Alakalı cümlenin başında havanın yaratılış hikmetleri anlatılmaktadır. Şöyle ki;
Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi "Hoş sözler O’na yükselir" (Fâtır, 35/10) âyetinin sırrıyla, güzel ve mânidar ve imanî ve hakikatli kelimelerin kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlâhî ile intişar etmesiyle, bütün küre-i havadaki melâike ve ruhanîlere işittirmek ve Arş-ı Âzam tarafına sevk etmek için, kudret-i İlâhî kaleminin mütebeddil bir sayfası olmaktır.
Havanın asıl sırr-ı hikmeti budur. Ancak insan, tabiatı icabı olarak hevesata muhtaçtır. İşte insanın bu tabiatının muktezası olarak havanın hikmetine muhalif olsa da belli bir ölçüde müsaade edilmiştir.
Ölçü ise, Üstadımız; 1/5 olarak ifade etmektedir. Bir radyo veya televizyon, dört saat, hakikati ve hikmeti anlatacak, daha sonra ise insanı sefahete sevk etmeyen, kısacası meşru olan müziği ve eğlenceli şeyleri de dinletecektir.
Bunu kendimize tam olarak nasıl uyarlayabiliriz?
Çoğa çok, aza az; mühim ve faydalı olana fazla, mühim ve faydalı olmayana çok az vakit ayırmak, hayatın esaslı bir düsturu olmalıdır. Ama maalesef, ekser insanlarda bu aksinedir, yani ehemmiyetli ve faydalı olmayana daha fazla vakit ayırıp, ömür sermayemizi zayi ediyoruz.
Ahiret hayatı ebedî olduğu için, vaktimizin büyük kısmını ona ayırmamız gerekir. Dünya hayatı ise kısa ve fani olduğu için de ona daha az bir vakit ayırmamız gerekir. Lakin nefis ve şeytan bunu tersine çevirmiş, vaktimizin büyük kısmını dünyanın fani, âdi, abes işlerine sarf ettiriyor. Bu cümlede dikkat çekilmek istenen esas husus budur.
Hayatımızın her anını dünyaya göre değil, ahirete göre tanzim etmemiz elzemdir. Kazandığımız paranın beşte dördünü hayırda, beşte birini meşru heveslerde; televizyon, internet gibi haberleşme vasıtalarının beşte dördünü hayırda, beşte birisini de meşru heveslerde; gücümüz ve enerjimizin beşte dördünü hayırda, beşte birisini meşru heveslerde; ömrümüzün beşte dördünü ukba, beşte birisini meşru heveslerde harcamalıyız...
Üstad'ın da keyifli hevesat yaptığı oluyor muydu; yoksa o mertebede uyku, yemek, keyifli hevesat gibi ihtiyaçlar, en cüz’îye mi iner?
Bu suale şu vecize ile işaret edelim; “Ebrarın hasenatı, Mukarribinin seyyiatı gibidir.” Yani avam olan salih insanların yaptığı iyilik ve ibadetler, büyük zatların yanında gaflet ve günah gibidirler. Bizce mubah ve normal olan haller, fiil ve davranışlar, büyük zatlar için gaflet ve huzuru taciz eden haller olarak değerlendirilmiştir.
Bu sebeple Üstad'ı kendimiz ile kıyaslamamız doğru olmaz. Onlar bizim gibi, yeme, içme ve uyku gibi ihtiyaçlara bağımlı değiller. Zevahiri kurtarmak nev’inden, bizimle beraber yer ve içerler.
Diğer bir husus; Üstad Hazretleri bize nefis ile mücadele etmenin usulünü ders veriyor ve rehberlik yapıyor. Bu noktadan, bazen bizdeki halleri kendinde mecazî olarak zikredebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar