"Bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi bir batman marifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir." Buradaki “kuvve-i imaniye” ve “marifetin” farkı nedir?
Değerli Kardeşimiz;
"Madem bu kahraman imam böyle diyor ve madem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi bir batman marifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvâkın balından daha tatlıdır..."(1)
Burada marifet ve kemalattan maksat tasavvuf berzahına girerek elde edilen mevki ve makamlardır. Yani mürid seyr ü sulük ile manevî makamlara ve kemalatlara vasıl olmayı gaye edinir ve bunun için mücadele eder. Eski zamanlarda umum İslam âleminde iman kavi idi ve farzlar eda ediliyordu. Bu gibi tasavvuf yolları ile kemalat ve marifet elde etmek çok revaçta idi. Hâlbuki şimdi iman taklidi, farzlar terke uğramış; böyle bir vasatta tasavvuf ile kemalat ve makamat kazanmak imkânsız bir hal almış.
İmanın sarsıldığı, günahların sel gibi her tarafı kuşattığı bir cemiyette, öncelikli ve esas mesele elbette imanın takviyesi olacaktır.
Üstad Hazretleri bu bakış açısına şu şekilde işaret ediyor:
"Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayd kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar."(Mektubat)
Mevlâna Hazretleri kendi döneminin hekimi idi, o dönem insanlarının anlayış ve seviyesine göre hitap edip, hareket ediyordu. O dönem gitti, yeni dönemler geldi ve şartlar çok değişti. Elbette değişen şartlara uygun olacak yeni hekimlerin çıkması gerekir. İşte Üstad Hazretleri burada bu noktaya işaret ediyor.
Bu zamanda imanı kurtarmak ve tahkiki yapmak, manevî makam ve marifetlere ulaşmaktan daha mühim bir hale gelmiştir. Zaten iman sağlam olmadan manen terakki etmek ve marifet makamlarına ulaşmak mümkünde değildir. İmam-ı Rabbanî (ra) tarikatta gidebilmek için imanın tahkiki ve farzların da eksiksiz yapılması gerektiğine dikkat çekiyor; bu ikisinde kusur varsa bu yolda gidilmez, der.
Burada iman sahasındaki marifet ile tasavvuf ve seyr-i ruhanî ile elde edilen marifet arasında fark vardır. Tefekkür ve iman ile elde edilen marifet küllî ve hakiki iken, tasavvuf ile elde edilen marifet cüz’î ve ihatasızdır. Bu yüzden, imandaki zerre kadar inkişaf, tasavvuftaki tonlarla manevî makama ulaşmaktan üstündür. Büyük velilerin, sahabenin en küçüğüne yetişememesi bu sırdandır. Sahabeler akrebiyet ile marifet elde ederken, tasavvuf evliyaları kurbiyet ile marifet elde ediyorlar; akrebiyet kurbiyetten daima üstündür.
Akrebiyet, Allah’ın bize yakınlığından hareketle elde edilen bir marifet iken, kurbiyet, bizim O’na yakınlaşma gayretimizle elde edilen bir marifettir. Güneşi tanımak için yanına gitmeye gerek yok, o zaten ısı ve ışığı ile bizim gözümüzün içinde... Hâlbuki güneşe yanaşarak onu tanımaya çalışmak, hem çok zor, hem de çok uzundur.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua, İkinci Baba Beşinci Hakikat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü