Birinci Şua'daki On Dokuzuncu ve Yirmi Sekizinci ayetlerden ne anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
On Dokuzuncu Âyetin meali şudur:
“Ey iman edenler! Allah'a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. 'Ey Rabbimiz! nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter.' derler.” (Tahrim, 66/8)
Muazzez Üstadımız; Tahrim Suresi 8.ayetin mezkûr mealinde, "Ayetin geniş ve umumi olan mana tabakalarından bir tabakası da işari manadır" buyuruyor.
Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin Risale-i Nur’a ve Nur talebelerine bakan, mana mertebeleri ve tabakaları; işari, remzi veya ima kabilindendir.
İşte bu kabilden, yukarıdaki ayette; “Rabbimiz nurumuzu bize tamamla” ifadesi, cifir hesabıyla Hicri 1326 (1908) ederek o dönemde meşrutiyetin inkılabıyla meydana gelen hâdise, büyük bir sarsıntıya ve dehşetli fırtınaya bakmaktadır. Hatta 1. Cihan Harbi ve Osmanlı devletinin yıkılması gibi mühim hâdisat da bu ayetin işari manası içerisindedir.
Cenab-ı Hak bu gibi mühim hâdisatı halk ederken, maddî ve manevî kurtuluş yollarını ve çarelerini de yaratır.
İşte meşrutiyetin 1908’de ilanından sonra saltanat gidiyor. Saltanatın deruhte ettiği maddî ve manevî hizmetler el değiştiriyor. Maddî idare ve salahiyet meclise, dolayısıyla millete geçiyor. Manevî hizmetler ise; milletin kıvamı olan cemaatlere intikal ediyor. Hususen de o zamanda zuhuru yaklaşan Risale-i Nur'a ve onun müellifine büyük hizmetler ve vazifeler terettüp ediyor.
Bu mühim infilak ve inkılaplardan suhuletle kurtulmak için, Nur Talebelerine hizmetleriyle beraber, bol bol tövbe ve istiğfar etmeleri işaret ediliyor.
1360 senesi 1940’lı yıllara tevafuk ediyor. O yıllar ise; Nur Talebelerinin takip, hapis ve işkenceye maruz kaldığı dönemlerdir. Bu dönemlerde istiğfar ve tövbe, mahiyeti itibariyle elzemdir.
Yirmi Sekizinci Âyetin meali şudur:
"Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar; halbuki kafirler hoşlanmasa da mutlaka Allah nurunu tamamlayacaktır." (Tevbe 28)
Bu ayet yine işari manada, hem o zamandaki mühim infilak ve inkılaplara, hem de maddî ve manevî kurtuluş yollarına işaret etmektedir.
1. 1324 miladi 1908 ederek Avrupa devletleri Osmanlı'nın akıbeti hususunda itlaf planı hazırlarken, sultan Abdülhamid Han’ın II. Meşrutiyeti ilan etmekle tedbir olması.
2. Daha sonra 1915 tarihinde Birinci Cihan Harbi vuku buldu. Bu defa da Siyonistler Sevr Anlaşması ile eski planlarını, daha ağır bir şekilde ortaya koydular. Buna karşı da Cumhuriyet'i kuranlar hürriyeti ilan etmekle Sevr'e karşı tedbir aldılar.
3. Maddî tedbirler bu şekilde alınırken; 1324’de (1908), 1334’de (1918), 1354’de (1935) Kur'an’ın nurunu muhafaza etmek için muazzez Üstadımız'ın faaliyete başladığı ve Külliyatı telif ettiği mühim dönemlere ayet işaret etmekle beraber, kaderi ilahi de manevî himmetini imdada yetiştiriyor.
Demek ki; bu memleketin ve İslam davasının sahib-i hakikisi Allah’dır. Sıkıntılı ve dehşetli zamanlarda mühim idareciler ve maneviyat ehli insanlarca; vatanın ve dinin muhafazası için yardımlar geliyor ve sahipler gönderiliyor.
Nasıl ki Hicri 1284’de yine Osmanlı'nın nurunu söndürmek için hasımlarımız; Rusları tahrik edip meşhur Doksan Üç Muharebesiyle bir derece muvaffak oldular. O zaman o asrın müceddidi olan Mevlana Halidin (k.s) talebeleri manevî mücahede ile o belanın hafif atlatılmasına hizmetleri ve manevî faaliyetleriyle vesile oldular. Hemen hemen bundan bir asır sonra ise; olan hâdisat ve sıkıntılara karşı, Nur Talebeleri mühim vazifeler ifa edip tehlikelerin izalesinde manen mühim vazife ifa etmişlerdir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü