"Hulefâ-i Râşidînden sonra bir fesat olacak. İşte bu hadîs üç mu’cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım." Bu risale ve işaretler nelerdir?
Değerli Kardeşimiz;
Sualde zikredilen ve Kadı İyaz'ın "Eş Şifa"sında ve Müsned’de geçen Hadis-i şerifin tamamının meali şöyledir:
"Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır." (Müsned, V, 220, 221)
"Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak." (Müsned, IV, 273)(1)
İstikbalden haber veren mezkur hadis-i şerife iki açıdan bakmalıyız.
Birinci Bakış Açısı:
Bir: Hakiki hilafet nokta-i nazarından.
İki: Suri hilafet nokta-i nazarından.
Birinci noktadan bakarsak hakiki hilafet ve dört dörtlük adilane idare Hulefa-i Raşidin döneminde vuku bulmuştur ki, o döneme "Raşit Halifeler Dönemi" denir. O da toplam otuz senedir. Bu otuz sene içerisine altı aylık kısa bir süre olan Hz. Hasan (r.a) hilafeti de dahildir. O da yarım kalmıştır. Bu yarım kalan hilafet ahir zamanda Mehdi (a.s) ve İsa (a.s) zuhur ve nüzulü ile tamamlanacaktır.
Raşit halifeleri kendilerinden sonra asırlarca devam eden hilafet idarecilerinden ayıran önemli hususiyet üç şeydir.
1. Hulefa-i raşidinin şahsen her birinin yüksek içtihad keyfiyetine haiz olmaları.
2. Tamamının batıni hakimiyetleri ve kalbi nüfuzları,
3. Emrettiklerini yaptırabilme ve nehyetikklerini yasaklayabilme kudret ve otoritesi.
Bu üç vasfın üçünün de Hulefa-i Raşidin'de olmaları, onları adilane ve hikmetli hilafete ve idareye sevketmiştir. Bu sebeple o dönem numune-i imtisaldir.
Peygamber Efendimiz (a.s.m)'in "benden sonra hilafet otuz sene" ifadesi bu dönemin kalitesini, değerini ve hakikatini izah etmektedir.
Halbuki 30 sene hilafetten sonra; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar da halifelik yapmışlardır. Ancak tüm bu hilafet dönemleri hadisin beyan ettiği “hilafet otuz yıldır” tabirinin dışında kalıyor. Çünkü Efendimiz (a.s.m) dört dörtlük hilafeti otuz sene olarak tayin ve tarif etmiştir.
İkinci Nokta: Otuz sene hakiki hilafetten sonra ta cumhuriyetçilerin hilafeti ilgasına kadar asırlarca hilafet devam etmekle beraber, suri olarak ve saltanat suretinde cereyan etmiştir.
Bunun sebebi ise; Hulefa-i Raşidin'de bulunan üç vasfın; suri halife olan sultanlarda içtima etmemesidir.
Zira suri hilafet ve saltanat edenler bu sırrı anladıkları için; üç vasıftan biri olan otorite ve idareyi kendi uhdelerine almışlar, kalplere ve gönüllere hakim olma ve hükmetmeyi meşayihlere, evliyalara ve ehli tasavvufa bırakmışlar; içtihad ve Kur'ana göre hadisatı yorumlamayı ise müçtehitlere, ulemaya ve ehl-i medreseye terk etmişlerdir.
Bu sistemle Hulefa-i Raşidin'in şahıslarında içtima eden o özellikler; suri hilafette şahs-ı manevinin ve onu temsil eden zevatın tamamında ancak tezahür etmiştir.
Ümmet bu sistemle ta hilafetin sonuna kadar intikal etmiştir.
Hasımlarımız ve düşmanlarımız bu üç önemli sütundan ikisini bilerek şuurlu bir şekilde yıktılar. O da tasavvuf ve eh-i tarikatın önünün kesilmesi ile medreselerin kapanması idi.
Bu operasyondan sonra idarecilerimizin elinde sadece ve sadece maddi otorite kaldı. İşte Cumhuriyet rejiminden bu tarafa idarecilerimiz bu bir tek vasıfla devleti ve milleti idare etme ve temsil etme mücadelesi veriyorlar.
İkinci Bakış Açısı:
En adaletli ve rahmetli dönem otuz yıllık Hulefa-i Raşidin dönemidir. Bu dönem sosyal ve içtimai bir varlık olarak yaradılan insanlar için en uygun, rahat, huzurlu ve saadetli yönetim şekli idi. Nübüvvetle nasip olan bu yönetim şekli; maalesef insanların hissiyatlarına, yapılarına ve alışkanlıklarına otuz yıl dayanabildi.
Kader de o insanları layık oldukları sistemle idare etti. Yani Hz. Hasan Efendimiz (r.a)'in altı aylık hilafetinden sonra o idare nimeti askıya alınarak meliklik dönemi başlatıldı. Bu da Hz. Muaviyen (r.a)'in hilafeti saltana çevirmesiyle başlatılmış oldu. Hadiste geçen şefkatli ve merhametli Hulefa-i Raşidin döneminden sonra ısırıcı, üzücü biraz da keyif verici olan meliklik dönemi başladı. Ümmet-i Muhammed (a.s.m) bu uzun süren meliklik döneminde maddi ve manevi hayatını yaşamaya, ikmal etmeye gayret gösterdi. İdareciler de ala meratibihim iyileri ve kötüleriyle bu dönemi sürdürdü.
Uzun süren bu meliklik dönemi Hulefa-i Raşidin'in standartlarında olmadığından tam adaletli, hikmetli ve şefkatli bir yönetimden söz edilemez. Ancak o meliklik dönemlerinin hasenatlarının seyyiatlarına üstünlük açısından bakılarak mukayesesini yapmak icap eder. Zaten bu açıdan da bakıldığında hayırlı muamelatı ağır gelmektedir. Bu meliklik dönemi Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar üzerinden 1517’ye kadar devam etti. Sualde geçen istikballe ilgili üç dönem ve gaybi işaretin birincisi uzun süren ve uzun soluklu olan meliklik dönemidir.
Bir hadis-i şerif var:
“Ümmetim istikamet üzere giderse ona bir gün (yani bin yıl) mühlet var, gitmezse yarım gün (yani 500 yıl) mühlet verilecektir.”(2)
Bu hadisi Muazzez Üstadımız şöyle açıklamaktadır:
“ Allahu a'lem, bu rivayet kıyametten haber vermek değil; belki İslâmiyetin galibane hâkimiyetinden ve hilafetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mu'cize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış."
"Çünkü Hilafet-i Abbasiye'nin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin heyet-i mecmuası ise istikameti kaybetmediğinden Hilafet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş."
"Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilafetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadîsin mu'cizane ihbarını, Hilafet-i Osmaniye kendi vefatıyla tasdik etmiş. Bu hadîsi başka risalelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.”(3)
Demek ki ümmet otuz senelik hakiki hilafete liyakatini kaybedince, profili biraz düşük biraz da sıkıcı, üzücü ve ısırıcı olan meliklik dönemine istihkak kesbetmişlerdir. Kader de biz nasılsak idaremizi ona göre takdir etmektedir.
İkinci dönem ise ceberut dönemidir. Yani vasat olan ve uzun süren meliklik dönemine de ümmet liyakatini kaybettiği için bu defa azgın, mütehakkim, zalim ve acımasız olan ceberut dönemi başlamıştır.
İlk ceberut Moğol istilasıdır ki, maddi ve manevi büyük bir kıyım yaşandı. Osmanlı'da ise bu dönem Kanuni'den sonra inişe geçmiş, Tanzimatla fermanı kesilmiş. 31 Mart hadisesi ile saltanat bir nevi lağvedilmiş. Cumhuriyet döneminde ise hilafet ortadan kaldırılarak devlet eliyle onlarca yıl ümmet-i muhammed ceberut döneminin paletleri ve zulmü altında ezilmiştir.
Ayrıca tüm insalık da bu mahrumiyetten yani hilafet mahrumiyetinden nasibini alarak Cihan Harbiyle birbirine girmiş, iki dünya savaşı bu istihkakın bedeli olarak kader tarafından takdir edilmiştir. Hadis-i şerifte geçen ikinci ve gaybi işaret, bu ceberut dönemini nazara vermektedir.
Üçüncü dönem ve gaybi işaret ise inşallah Hz. Mehdi'nin zuhuru ve Hz. İsa'nın nüzulü ile Müslümanların ve insanların asgari müştereklerde bir araya gelerek, kısa bir müddet dahi olsa Allah'ın nurunu tamamlaması ile yaşayacakları bir huzur ve sükun dönemidir. Zaten nübüvvet ve rahmetle başlayan İslami hareket, rahmet ve hilafetle sonuçlanacağını yukarıdaki hadiste ifade eden Efendimiz (a.s.m), o otuz yılın özelliğini ve hususiyetini ortaya koymuştu. Hakikaten Efendimiz (a.s.m) sayesinde nübüvvetle ve rahmetle başlayan dönem, kendilerinden sonra nübüvvet alındığı için ona yakın hakiki hilafet ve rahmetle 30 sene devam etmiştir. Bu otuz seneden sonra hilafet, Hz. Hasan (r.a)'ın kendi iradesi, şefkati ve hikmeti ile Emevilere teslim edilmiş, mücadele ve cidalden ziyade, feragat, tevazu ve merhametle teslimiyet zuhur etmiştir.
Bunun bir misali de ahir zamanda zuhur edecektir.
Yani ceberut döneminde cezasını ve bedelini ödeyen Müslümanlık ve insanlık; Hz. Hasan (r.a)'ın şefkatle ve merhametle yarım bıraktığı hilafeti manen, aynı şefkat ve hikmetle devam ettirecek olan Hz. Mehdi'nin davası, Hz. İsa (a.s)'ın gayesini ikmal ederek insanlık, kıyametten önce kısa bir süreliğine huzur ve saadet dönemine girecektir inşallah.
Bu da hadis-i şerifin beyan ettiği üçüncü dönem olsa gerektir.
Muazzez Üstadımız'ın eski risalesine (Muhakemat veya Hutbe-i Şamiye) havale ederek ifade etmek istediği mana ve muhteva bunlardır.
Dipnotlar:
(1) bk. Kadî Iyâz, eş-Şifâ, I, 340.
(2) bk. Ebû Dâvud, Melâhim, 18; Müsned, I, 170; IV, 193.
(3) bk. Şualar, Beşinci Şua, On Sekizinci Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü