"Bu sözler garip bir rüyada, acib bir hitabenin parçasıdır. Tahayyül ediyorum, halkın ilmi dimağındadır. Musluğu açılsa rahatla akıyor. Hafızam sönüyor, yardım etmiyor..." Haşiyeyi izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"HAŞİYE: Bu sözler garip bir rüyada, acib bir hitabenin parçasıdır. Tahayyül ediyorum, halkın ilmi dimağındadır. Musluğu açılsa rahatla akıyor. Hafızam sönüyor, yardım etmiyor. Benimki kuyu gibi kalbimdedir. Çıkması güçtür. Çok yazamıyorum, vakıf malı olan mesaili veya bizzat kalbime mal olmayan mebahisi nakletmek istemem. Kendi eski kalbimden ve eski eserlerimden aynen naklediyorum."(1)
Bu cümleden özetle şunları anlayabiliriz:
"Ben öyle rivayetle, nakille, iktibas ve alıntı ile hitap edemiyorum, bunlar için hafıza ve yazarlık gerekiyor. Ben ancak kalbimin derinliğinden gelen sünuhat ve tuluat ile konuşabiliyorum. Yani ben hitap ederken aklımdan ziyade, kalbimin derinliğinden medet alıyorum."
"Kalbime ait olmayan, kalbimden çıkmayan sözleri, bahisleri ve meseleleri nakletmek benim fıtratıma ve meşrebime uygun düşmüyor. Bu sebeple herkesin bildiği ve cevap verebileceği siyasi, içtimai ve iktisadi konularda yeni sualler sorulduğunda yeni cevap vermek bana ağır geliyor. Bunlarla ilgili cevapları, kendi eski kalbimden ve eski eserlerimden aynen naklediyorum. Onlar size bu konuda yeterlidir, yeni şeyler söylemeye lüzum yok."
Akıl ve dimağ genelde nakil ve alıntılardan beslenir ve onlarla kaimdir. Bu da bir cihetle vakıf malı (ortak akıl, ortak tecrübe) oluyor.
Üstadımız ise doğrudan Kur’an’dan aldığı feyiz ve sünhatlar ile meselelere bakıyor ve baktırıyor. Bu yüzdendir ki Risale-i Nur'da iktibas ve nakiller çok az bir yer tutar. Çünkü bu ahir zaman her şeyiyle garip ve orjinal olduğu için, zamanın karanlık meselelerini ancak ilham veya sünuhat kabilinden olan ışıklar aydınlatabilir.
Yani Üstadımız zuhurata tabidir ve bu inceliğe şu şekilde işaret ediyor:
"Hem hakaik-i imaniye ve Kur’aniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği halde; benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitap yokken, sıkıntılı ve süratle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru; doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîm’in i’caz-ı manevîsinin eseri ve inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir."
"Dördüncü İşaret: Elli altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tetkikin sa’y ü gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risalelerde, bütün derin hakaik, temsilat vasıtasıyla, en âmî ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu büyük âlimler 'Tefhim edilmez.' deyip değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar."
"İşte en uzak hakikatleri, en yakın bir tarzda, en âmî bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilat ve suhulet-i beyan; elbette bilâ-şüphe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’an-ı Kerîm’in i’caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilat-ı Kur’aniyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Şuaat, Haşiye.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü