"Çalkanıyor", "Dolar boşanır" gibi kelimelerin kullanımı yanlış mı acaba?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Üstadımızın kullandığı ifadelerin bazıları, dilimizden silinen ve artık kullanılmayan kelimeler olabilir. Bunun sebebi, dilimizi muhafaza etmek ve insanımıza kazandırmaktır. Üstadımızın kullandığı bu ifadelerin TDK sözlüğünde karşılıklarına bakalım.

Çalkanmak, TDK (Türk Dil Kurumu)'nda da karşılığı olan ve kullanılan bir ifadedir.(1)

1. nesnesiz Çalkama işine konu olmak.

2. nesnesiz Deniz, göl dalgalanmak:
"Bu loş ve serin salonların altında Haliç'in denizliğini unutmuş, uslu suyu çalkanır." - Bedri Rahmi Eyüboğlu

3. nesnesiz, mecaz Haber, söylenti, herkesin ağzında dolaşmak.

4. nesnesiz, mecaz Coşkunluk, hareketlilik içinde bulunmak:
"Herkes, her şey bir bahar sevinci içinde çalkanır durur." - Haldun Taner

Boşanmak, TDK (Türk Dil Kurumu)'nda da karşılığı olan ve kullanılan bir ifadedir.(2)

1. -den Karı ve koca mahkeme kararı ile birbirinden ayrılmak:
"Ne oldu da kocasından boşandı, sen anladın mı?"

2. -den Hayvan, başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulmak.

3. nesnesiz Bol bol akmak:
"Bir zamandır kendimi tutamıyorum, gözyaşlarım birden boşanıyor." - Ercüment Ekrem Talu

4. nesnesiz Baskı altında gergin duran bir şey, birden ve hızla kurtulmak:
"Vecihe, fazla kurulmuş bir zemberek şiddetiyle boşandı."

5. nesnesiz Kapalı bir yerde bulunan insanlar birden dışarı çıkmak:
"Yoksa tımarhane mi boşanmıştı?" - Ömer Seyfettin

6. nesnesiz, mecaz Dertlerini, yakınmalarını anlatmak.

7. -den, halk ağzında Sıyrılmak, kurtulmak:
"Sabırsız ellerle acele acele üst başından boşandı ve çıplak olarak denize atladı." - Halikarnas Balıkçısı.

Dipnotlar:

(1) bk. GÜNCEL TÜRKÇE SÖZLÜK, TDK web sayfası, erişim: 17.3.2021/07:30.
(2) bk. age.(web sayfası).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 843
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

muammerbuyukoz1

Konferansta :''Eserlerin bazı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üsluplara nazaran pek münasip düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa orada gayet ince bir nükte bir ima veya ince bir mana veya hikmet vardır ve o beyan tarzı oraya tam muvafıktır '' buyuruluyor. Misal getirebilir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
şeref askar

Nur risaleleri müellifi, dikkatini ve mesaisini, imani ve islami konularda teksif ettiği, başkaları tarafından yazılan eserleri de umumiyetle okumadığı veya okuyamadığı için, tabiî, Türk dilindeki değişmeleri takip etme imkânlarına çok sahip değildi. Halbuki değişen türkçe bile hakiki türkçeden uzaklaştığından üstad hazretleri o yeni kaide ve üslubları dikkate almamıştır. 

Bediüzzaman, dil değişikliği başka bir ifadeyle Türkçede, Arapça ve Farsça kelimeler başta olmak üzere- yabancı unsurların "temizlenmesi" konusundaki tavrı nettir. Eserleri, bu kararın büyük bir dil soykırımı olduğunu bizlere gösteriyor. Bu ayrışım olamayacağını, eserleri ve üslubu ile ifade etmiştir. Çünkü  elsine-i selâse" adı verilen Arapça, Farsça ve Türkçe, İslâm medeniyetinin üç büyük dilidir. Arap, fars ve türk nasıl islam ile bütünleşmişse, bu üç dilde islamadan dolayı birbiriyle kaynaşmıştır.
Birbirinden bütünüyle kopuk değildir. Birbirinden ayrışamaz. 

Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, Nur risaleleri müellifinin eserlerinde rastlanan ve Türkçenin grameri bakımından kusur sayılan şeyler, onları şevkle yazan, zevkle okuyan öğrencilerinin gözüne batmamış; dile getirilen manaları anlamalarına da engel olmamıştır. Bir realiteyi tesbit maksadıyla belirtmek isteriz ki, konuşma dilinde de her zaman gramer kaidelerine uyulmaz. Sadece sözlü ifade değil, yazılı ifade hususunda da en dikkatli ve itinalı olan yazar ve şairlerin eserlerinde dahi, kusur ve eksiklik aranırsa, bulunabilir ve bulunmuştur... 

Türk dilini sonradan öğrenen Üstadın da  kendisine has bir değil, ele aldığı konulara göre çeşitlilik gösteren birden çok üslûbu vardır. Yazarın üslûbunu, hitap ettiği kişinin yaşına, işine, yaşama biçimine, anlayış derecesine göre ayarladığı da bilinmektedir. Burada şunu da belirtelim ki, her büyük yazarın kendisine has bir üslûbu, hatta bazı edebî şahsiyetlerin üslûpları, yani dil malzemesini çeşitli şekillerde kullanış tarzları vardır. Bu, onların ele aldıkları konular, ilim ve sanata dair kabulleri, telif şartları, ruh hâlleri, yaşları gibi faktörlere göre değişiklik gösterir. 
Eğer anlama gayretiyle ve insaflı olarak bakılırsa, bu gibi şeklî pürüzleri müsamaha ile karşılamak mümkündür

Halbuki bazı müsteşriklerin Kur'an'da Arap gramer kaidelerine uymayan ayetlerin bulunduğunu iddia etmesi, ona peşin hükümle yaklaşmanın sonuçlarından biridir.
Yani genellikle anlatım bozukluğu değil de anlama bozukluğu meydana geldiği söylenebilir.  

Ayrica hikâye, roman, şiir, makale, fıkra, tenkit, deneme, biyografi gibi edebî türlerdeki eserleriyle meşhur yazarlarımızın üslûplarının birbirinden farklı oluşu, ayrı renk, koku ve tattaki çiçek yahut meyveler misali çeşitliliği, edebî bir zenginliktir. Bir hata ve yanlış olarak kabul edilmez. 

Halbuki gerek hitabette, gerekse yazılı ifadede samimiyet ve ihlâs, insanın kalbine işleyen, iki mühim meziyettir. Meramını gayet düzgün cümlelerle, pürüzsüz anlatan bir hatipte, bir avukatta, bir vaizde, bir liderde,  riya, samimiyetsizlik, inançsızlık, dünyevî ihtiras vb. şeyler hissedilirse, selim zevk ve yaratılış sahiplerinin akıl, kalp ve vicdanları,  onu inandırıcı ve kabule değer bulmayıp reddedecektir. Onun için Samimiyet ve ihlas ve değişik ve özel üslublar bazen gramer kaidelerinden üstün gelir. Onlara tercih edilebilir. 

Burada hatırlanması gereken başka bir şey de şudur ki, bediüzzaman , dilin gramer kaidelerine uygun kullanılışından ziyade, İslâm prensiplerine uygun olarak kullanılması, daha mühim ve öncelikli bir mesele olarak kabul etmiştir. Bu sebeple o, eserlerinde, netice itibariyle dile dayanan radyo, kitap, gazete, mecmua gibi yayın ve haberleşme organlarının insanlığın hayrı ve faydası yolunda kullanılması gerektiğini anlatır. 

Risale-i Nur'da geçen yerlerden Tdk'ya göre yanlış kabul edilen veya anlatım bozukluğuna sebeb olan ve bazı edebi kaidelere uymayan bazı yerleri misal getirelim.

1. Türkçe dilbilgisi gramerine göre aynı manadaki iki kelimenin ard arda gelmesi gereksiz kelime kullanımı nedeniyle anlatım bozukluğuna sebeb olur. Ama farsça ve arapçada tekid ve teyit için önemli bir edebi yöntemdir. 

Ama üstad bu kaideyi hiç kabul etmemiş binlerce kez ard arda benzer veya nüans farkları olan kelimeleri kullanmıştır. 

mesela binler örneğinden birisi  şudur ; hem mecruh hem yaralı kelimesi ard arda gelmesi... 

"İnşâallah o bir dahi bizi mecruh ve yaralı etmeyecek"  

"Hem feda et. Çünki şu vücud, sende vedia ve emanettir." 

bunun bazı hikmetleri vardır. 

* arapçaya önem vermek... Dolaysıyla kuran diline aşinalık... 

* Bazan da hem klasik Osmanlıcadan hem de yeni Türkçeden kelimeler bir arada kullanılmıştır. Birini bilmeyen, diğer kelimeyi biliyorsa yeterli olabilecek bir kolaylık sağlanmıştır. Birkaç örnek verelim:

*Üstadımız, Eski Said döneminde her manaya kaç kelimenin tekabül edeceği üzerine bir lügat yazmak istemiş, ancak bu çalışma nasip olmamıştı. Risale yazmak kendisine nasip olan Üstadımız, temennisini bir derece külliyata yansıtmıştır. Risaleleri okuyanların kelime haznelerinin zengin olmasının bir hikmeti de bu olsa gerek.. Bazı manalar vardır ki, tek bir kelime onu ifade etmeyebilir. Bu yüzden, bir kaç kelime ile ifade edilmiştir 

* Âlimlerin bile lügat kitaplarını araştırarak bulabilecekleri garip kelimeleri kullanmaktan Bediüzzaman hep kaçınmış ve bu problemi çözmek için çoğu kere anlaşılması zor bazı kelimelerim eş anlamlılarını zikretmeyi ihmal etmemiştir. Ancak bunu yaparken sadece kelimelerin manalarını vuzuha kavuşturmak değil, farklı nüanslarıyla, meseleyi açıklamak için yapar; kelâmda isrâfa gitmez 

2. Kelimelerin bitiş biçimleri, kullanılan zaman kipleri sürekli değişmesi,  

bunun bir hikmetli şu olabilir ; 

Risale-i Nur bir şiir kitabı değildir ki aynı nakaratı tekrarlasın veya aynı kafiyelerle bitsin.  Risale-i Nur, bu özelliği ile monotonluğu yıkmıştır. Esasen insan zihni benzer kalıplarda gelen mesajlardan bıkar. Başucunda bir saat aynı tonda çalsa beyniniz bir süre sonra saatin sesini otomatiğe alır ve dikkatinizi saat sesinden koparır. Beyin, farklılaşmaları kavramaya endeksli bir yaradılışa sahiptir. Bu özellik edebiyatta da dikkati çeker. Aynı uzunlukta, aynı biçimde ve aynı zaman kipiyle sonlanan cümlelerden oluşan bir yazıyı okumayı deneyin. Bir sayfa geçmeden bıktığınızı, hem de dikkatinizi kaybettiğinizi göreceksiniz.

3. Söz sanatlarının özelikle teşbih, temsil ve örtük ifadelerin fazla kullanılması, aslında türkçe edebi kaideleri açısından uygun değildir. Çünkü metnin anlaşılırlığına zarar verebilir ve okuyucunun dikkatini dağıtabilir. Bu nedenle, söz sanatları zevkli ve etkili bir şekilde kullanılmalıdır. 

Bunun bir hikmeti şu olabilir ;
*
Risale-i Nurlardaki bu mecazi, örtük ifadeler okuyucunun merak ve tecessüsünü tahrik ediyor, okuyucuyu konunun muhtelif anlamları üzerinde odaklanmaya itiyor. Okuyucunun dikkatini toplamasına sağlıyor ki bu da okuma ve anlama üzerinde etkisi büyüktür. Elbette üstad aşırıya gitmemiştir ama en uygun miktarda zamana ve konuya göre kullanmıştır. 

*temsil çokluğu , genellikle mananın zorluğuna ve derinliğine işarettir. 

*  Ayrıca küçük bir çocuktan bir akademisyene kadar herkes çok şeyler anlıyor ve her okuyan her defasında yeni anlamlar kavrıyor. Hiçbir Risale-i Nur okuyucusu her şeyi bütün yönleriyle anladım diyemeyecek kadar derin ve yoğun anlamlar bu eserlere sıkıştırılmıştır. Bu temsil ve kapalı ifadeler aracılığıyla meydana gelir. 

* Ayrıca Üstad kendisi temsilin faydalarını söyle izah etmiştir. 

Felillahilhamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi.
Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı.
Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi.
Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu.
Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Mektubat (RNK) - 406 

4. Îcazdan dolayı bazı bölümler arasındaki zahiren gözüken mana kopukluklukları... 

Bunun bir hikmeti şu olabilir ;
Risale-i Nur'un bazı risaleleri, yerleri bir kaç konu ile alakalı olabilir. Ve mesela ene ile zerre risalesi zahiren birbirinden farklı konular gibi gözükebilir. Ama birbiri ile alakalıdır. Ayrıca Bediüzzaman teşrifatçı elfâz"ı sevmediğini söyler.  Bundan dolayı cümle ve paragraflar arasındaki zihnî bağı okuyucunun kurması gerektiğini söyler. Böylece okuyucu dinç ve zihni odaklı olur. Her şeyi kitaptan beklemez. Ayrıca küçük bölümler arası bağ olmayabilir de... buna misal mesnevi nuriye ve sünuhat gibi eserler örnek verilebilir. 

   Bazı âyâtı düşünürken bazı nükteler kalbime hutur ederek nota suretinde kaydettim.
Elfazca zengin değilim, israfı da (sevmem), teşrifatçı elfazı (beğenmem), îcazımdan darılma.
خُذْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ اَحْسَنَهُ
kaidesiyle sana hoş gelen şeyleri al, sana hoş görünmeyeni bana bırak, ilişme!..
Sünuhat - 4

5.  Kelimelerin tekil ve çoğul  olması meselesi... 

Enva, mucizat gibi kelimeler ne kadar cem sigası olsa da çoğul eki getirilmiştir. Ancak bu hata olarak sayılmaz. Çünkü Üstad bu eserlerini Türkçe olarak telif etmiştir. Yani risalelerdeki grameri incelerken sadece Arapça grameri göz önünde tutamayız. Mesela biz Arapça'dan evlad kelimesini tekil olarak almışız. Yani, evlad kelimesinin dilimizdeki karşılığı çocuklar değil, çocuktur. Bunun Arapça'daki karşılığının çocuklar olması bizi bağlamaz. Böyle olunca evlad kelimesi "lar" çoğul ekini alması hata sayılmaz. Evrak kelimesi Arapça cem olabilir, ancak Türkçe'de zamanla tekil hale gelmiştir. Elbise kelimesi zihnimizde bir tek elbise olarak, eşkıya kelimesi tek bir kimse olarak canlanıyor. Demek ki bu kelimeler dilimizde tekilleşmiş. Ulema, evliya, eşkiya gibi kelimeleri düşünürsek bunların dilimizde tekilleştiği anlaşılıyor. O zaman bu kelimeler de çoğul eki alabilir. 

6.  Anlamca Çelişen Sözcüklerin Kullanılması 

Şuanki edebiyat kaidelerine göre iyi bir cümle, karşıladığı yargıyı tam olarak anlatmalıdır. Yani cümleden bir anlam çıkarılmalıdır. Böyle olmaz da cümle çeşitli anlamlara gelirse ve birden çok yoruma yol açarsa, o cümlede çelişkili anlatım söz konusudur. İyi bir cümle açık olmalıdır. Cümledeki açıklık ise anlamın kolayca anlaşılır olması demektir. Anlamca birbiri ile uyuşmayan sözcüklerin bir arada kullanılması, cümlede çelişkili ifadenin doğmasına neden olur 

mesela üstadın şu cümlesi bu kaideye uymaz. İnsanın hem aciz olup hem canavar olması zahiren çelişen bir ifadesir. Elbette üstad bir kaç vecih manayı tek cümle de vererek bir nevi îcaz yapmıştır. bu bir anlatım bozukluğu değil farklı bir edebi sanattır. Kuranın bir usuludur. Şimdiki edebiyat kaideleri yanlış kabul etmesinin önemi yoktur. 

   İman, insanı insan eder.
Belki insanı sultan eder.
Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.
Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.
Sözler (RNK) - 342 

Genelde hem aşağıdaki ifade de anlam belirsizliği sebebiyle anlatım bozukluğu olur ama üstad,  derin olan hakikatın ve mananın anlaşılmasının ve anlatılmasının zorluğu için böyle ifadeler kullanmıştır. Bunun gibi çok ifadeler vardır. 

Sâni'-i Âlem, âlemde dâhil olmadığı gibi âlemden hariç de değildir.
Mesnevi-i Nuriye (RNK) - 60 

7. Yazım kuralları 

Tdk'ya "herşey" ayrı yazılır. ama Üstad hazretleri her zaman bitişik yazmıştır.  Sayı yazılışları birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır ama üstad genelde bitişik yazmıştır . 

*' unvan' kelimesi üstad 'u' kullanırken, tdk ya göre "ünvan" olarak kabul görülmüştür. En son tdk güncellemesine göre üstadın dediği şekilde doğru kabul edilmiştir. 

* üslup, sebep, icat vb. kelimelerin arapça okuyuşları esas alınarak üslub, sebeb, icad vb. şekilde kullanılması... 

* Mesela tdk'ya göre inşallah, maşallah yazılır ama üstad bunları arapça kelime olarak kabul ettiği için arapçaya uygun olarak türkçe ye çevirmiştir ve yazmıştır. Üstad inşaallah veya inşaAllah , maşaallah diye risale-i Nur'da kullanmıştır. 

* Tdk'ya göre 'katiyen' diye yazılır ama üstad katiyyen diye kullanmıştır. Ama risale-i Nur'un yeni baskısında bu düzeltilmiştir.


*Tdk ya göre " tembel" diye kabul edilmekte iken risale-i Nur'da tenbel diye geçmektedir. Bu da yeni baskılarda düzeltilmiştir.


* Tdk'da eskiden 'yürük' doğru yazılış iken güncel kararla üstadın da kullandığı şekilde "yörük" şeklinde güncellenmiştir. ve daha niceleri...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...