Cenneti kazanmak için tarikat veya cemaate girmek şart mı? Öyle ise; hangisi tercih edilmeli? Hizmet anlayışları neden bu kadar farklı?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bir insanın cennete gitmesi ya da Allah’ın rızasını kazanması sadece tarikat ya da bir cemaate mensup olmakla mümkündür demek, çok yanlış ve hatalı bir düşüncedir. Bir insan tarikata veya bir cemaate mensup olmadan da cenneti kazanabilir. Mühim olan iyi bir mümin olabilmektir. Tarikat ve cemaatler iyi bir Mümin olmanın vesilesidir.

Tarikat ya da cemaatler, insanların iyi bir mümin olabilme yolunda sadece bir tercihleridir. Her insan kendine münasip ve fıtratına uygun olan hak bir tarikatı veya hak bir cemaati seçebilir. Bunun tercihi de insanın anlayış ve mizacına göre değişebilir.

Ama günümüzde küfür, planlı ve programlı bir şekilde cemaat halinde Müslümanlara hücum ediyor. Günahlar sel gibi her tarafı kuşatmış. İnsanların kabiliyet ve anlayışları ne kadar mükemmel de olsa, cemaatleşmiş küfür ve günahlar karşısında tek başına muvaffak olması çok zordur. Bu yüzden, bizim de hak bir tarikat veya hak bir cemaate mensup olmamız ve kendimizi orada muhafaza etmemiz elzemdir. Yoksa tek başımıza küfür cemaatinin karşısında, yaprağın rüzgârın karşısında savrulduğu gibi savruluruz. Hafezanallah tek başımıza ebedi hayatımızın riske ve tehlikeye düşmesi kuvvetle muhtemeldir.

Cemaat ve tarikatların farklı oluşları ve farklı disiplinlere sahip olmaları, insanların farklı mizaçlı olmalarından kaynaklanıyor. Yani cemaatler, insanları farklılaştırmıyor, insanlar cemaatleri farklılaştırıyor. Bu da fıtratın bir kanunu olmasından, normal bir şeydir. Bu yüzden biz kendi mizaç ve karakterimize uygun olan bir cemaati seçince, diğerlerine de saygı duymalıyız.

Bir cemaate mensup olmak, şirket-i maneviyeye dâhil olmaktır. Bu manevî ortaklığa dâhil olanların her biri, “hizmettin” tümünden hâsıl olan sevap ve nur, “iştirak-i âmâl” düsturuyla, herkesin amel defterine, bölünmeden ve eksilmeden aynen geçer. Bu ise, bu fitne ve fesat asrının ağır şartları altında, büyük bir ticaret kapısıdır.

“Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti cemaat üzerinedir.” (Hadis-i Şerif)

Bunun en açık bir delili cemaatle kılınan namazlara yirmi yedi kat fazla sevap verilmesidir. Üç kişi cemaat olmuşlarsa her birisine dokuz değil, yirmi yedi kat sevap verilir. Cemaatten hâsıl olan bu sevap üçe bölünmez. Bunun sebebi, nur ve sevabın bölünmemesidir. Nitekim okuduğumuz bir fatihayı yahut bir hatm-i şerifi bin kişiye bağışlasak, sevap bine bölünmez, her birine aynı sevap verilir.

İslâm’a yalnız başına hizmet eden bir kimsenin kârı bir ise, bu hizmeti cemaatle yapanın kazancı binlere, milyonlara varır. İştirak-i amâl ile hâsıl olan umum sevap ve nur her şahsın amel defterine bölünmeksizin girer.

Nur Külliyatından “İhlâs Risalesinde” bu hakikat şu misâlle çok güzel aydınlatılır:

“Nasılki dört beş adamdan iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin herbirinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, herbirinin noksansız, parçalanmadan birer lâmba oda ile beraber âyinesine girer.”(Lem’alar)

Hem sevapta bölünme olmayacak, hem de toplam hizmetten herkes farklı derecede istifade edecektir. İlk bakışta birbirine zıt gibi görünen bu iki hükmü bağdaştıracak ipucunu, yine yukarıda naklettiğimiz “lâmba misâlinde” bulmak mümkün.

Şu var ki, şahs-ı manevînin hizmetlerinden hâsıl olan umum nurun her şahsın amel defterine bölünmeksizin gireceği müjdelenmekle birlikte, şöyle bir kayıt da getirilir:

“Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur...”

Lâmbanın görüntüsü, herkesin aynasına bölünmeden, parçalanmadan girecektir, ama herkesin aynası gerek büyüklük ve küçüklük itibariyle, gerek parlaklık ve matlık yönünden farklı olabilir. Bu yüzden aynalardaki lâmba görüntülerinin verdikleri ışıklar farklılık gösterir.

İşte bu farklılığın dört sebepten ileri geldiği vurgulanıyor: “Sadakat,” “hizmet,” “takva,” “içtinab-ı kebair.”

İman ve Kur’an hizmetinde el ele verip beraber çalışan insanlar bir şahsı- manevî teşkil ederler ve bir şirket-i maneviye kurmuş olurlar. Bu şirketin sermayesi “ihlâs, sebat ve sadakat,” kazancı ise “rıza-i ilâhî ve sevaptır.” İhlas, sebat ve sadakatle şirket-i maneviyeye ortak olan bir Nur talebesi, o şirketin daimi bir hissedarı olur; onların sevaplarından faydalanmaya devam eder. Yani şirketin havuzunda biriken sevaplardan hissesini alır. Sadece günah ciheti ile ölür yani günah defteri kapanır ama sevap hanesi kapanmaz. Bunların tümünden hâsıl olan sevap ve nur, “iştirak-i âmâl” düsturuyla, herkesin amel defterine, bölünmeden ve eksilmeden aynen geçer. Bu ise, büyük bir ticaret kapısıdır.

Şahsi manevî, şahısların oluşturduğu cemaate ve havuza nispeten kullanılır. Şahsiyet-i manevî ise, bu havuzun temsilcisine nispeten kullanılır. Nurculuk bir şahsi manevidir. Bediüzzaman, bu şahs-ı manevinin temsilcisidir.

Üstat hazretleri bu lütfa mazhar olabilmenin şahs-ı maneviyeye dâhil olmakla mümkün olabileceğini sürekli olarak ifade ederler. Şahs-ı maneviye dâhil olmanın ve şirket-i manevî hâlinde çalışmanın önemi Nur Külliyatında defalarca vurgulanmıştır. Bunlardan birisinde şöyle buyrulur:

“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.” (Emirdağ Lahikası-I)

Bu zamanın cemaat zamanı olduğunu, hemen her yerde görmek, her levhada okumak mümkündür. Şirket isimlerinde, kulüp, dernek, örgüt, parti isimlerinde hep şahs-ı manevinin ismi geçer. Fertler bu şahs-ı manevi içinde çalışır, faaliyet gösterirler.

Şahıslar gibi şahs-ı manevilerin de iyileri yanında kötüleri, faydalıları yanında zararlıları da vardır.

İman ve Kur’ân’a karşı çıkarak insanları küfür ve dalalete sürükleyen şahs-ı manevilere karşı, Üstad Bediüzzaman iman ve hidayet cephesinde bir şahs-ı manevi meydana getirmeyi zarurî görmüş ve telif ettiği Risale-i Nurlar etrafında bir iman ve ihlas cephesi teşekkül ettirmiştir.

"Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı." (Kastamonu Lahikası, 2. Mektup)

Yani fitne ve fesat hareketlerinin şahs-ı manevi hâlinde çalıştığı bir ortamda, hiçbir şahıs bütün bu şer odaklarıyla tek başına mücadele edemez; asrın beraberinde getirdiği bu kadar çok girift ve büyük meseleleri tek başına ve kendi fikriyle çözemez. Bu zamanda, şahsi reyimize ve fikrimize taassupla bağlanmayı terk edip, şahs-ı manevinin umdelerine uymamız ve istişare mekanizmasını çok verimli bir şekilde işletmemiz son derece mühimdir.

İnsan, toplumun bugünkü bozuk yapısından ancak imanlı ve faziletli bir cemaat içinde bulunmakla sıyrılabilir ve Allah’ın lütfuyla kendini “medeniyet-i sefîhe”nin zararlarından kurtarabilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 18.905
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

olmezali1987
Allah razı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
toyguntokay
ben de bu aralar bir cemaate girmeyi düşünüyorum aslında bana gayet sıcak geliyor ama ,amalar var ben şahsen dedem gibi bir hacı ve mümin olmaya çalışırım bazı durumları yorumları yada insanların bir birlerine karşı yaklaşımları hoşgörü sınırlarının gerçekten yakınından geçmiyor . o yüzden bu sohbetleri yapmak istediğimde gerçekten bu bilgileri doğru bir biçimde aktarabilecek ümetlerler konuşmak isterim sanırm bu tür yanlış yaklaşımlarda bizi etkiliyor saygılarımla ..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
hizmetkar
Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkın yoktur. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ - وَلٰكِنَّ عَيْنَ السُّخْطِ تُبْدِى الْمَسَاوِيَا sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez. Mektubat 22.Mektub 4.Vecih
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...