"Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar." İzah?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Rüşvetsiz muhabbet; katıksız ve karşılık beklemeden yapılan muhabbettir. Yani birisini Allah ve ahiret için seviyorsak, bu sevgide bir beklenti bir menfaat bir karşılık beklenmez. Bu sevgi safi ve katıksız bir sevgidir. Hatta sevdiği kişinin zararı ve kötülüğü dokunsa yine ona karşı sevgisi devam eder. Karşılık ve menfaate dayanan sevgide bu fedakarlık ve feragat olmaz. Sevgide az bir zarar ya da menfaat kaybı olsa sevgi tiner gibi uçar gider. Yardımlaşma da aynı muhabbet gibidir. Yani kişi insanlara yardım ederken, sadece Allah’ın rızasını düşünür ve yardımını ona bina eder. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığı bu yardımlaşma duygusunda yoktur. Her yardımı Allah için olmalıdır.

Hilesiz hizmet ve muaşeret; yani Allah ve ahireti esas alarak memleketine hizmet eden bir adam, asla ve kata hile ve aldatmakla iş görmez. İnsani ilişkileri çok iyidir. Hatta memlekete hizmet ederken bir karşılık ve menfaat gözetmez, hizmeti halis ve Allah içindir. İnsanlarla güzel geçinmesinde Allah’ın hoşnutluğu esastır. Ben insanlara iyi davranayım da maddi ve manevi bir menfaat elde edeyim, düşüncesi yoktur.

İşte Allah ve ahiret inancı insanın kalp ve kafasına girdi mi, her şey böyle halis ve safi olur demektir.

Riyâsız ihsan ve fazilet; yani insanlara iyilik ve hizmette bulunduğu zaman, asla gösteriş yapmıyor. İhsan ve ikramı tamamen Allah’ın rızasını kazanmaya matuftur. Faziletinde yani Allah’a olan kulluğunda asla bir gösteriş ve yapmacıklık bulunmuyor. Tam bir ihlas ve samimiyet içerisinde oluyor.

Enaniyetsiz büyüklük ve meziyet; yani kendinde bulunan güzel ve gıpta edilecek vasıfları Allah’tan biliyor ve asla nefsine vermiyor. Güzel bir meziyeti varsa bunu Allah’tan bilip insanlar üstünde üstünlük ve büyüklük taslamıyor. Hatta meziyetinin çokluğu kadar mahviyet içine giriyor.

Özet olarak Allah’a ve ahirete iman esası, nasıl bir insanın kalbini ve alemini nurlandırıyor ise aynı iman aile, şehir, ülke ve hatta dünyaya da girip hükmettiği zaman, oraları da nurlandırıyor ve aydınlatıyor, demektir.

Ahirete inanmayan bir kişi güçlü olursa illa zulüm mü işler?

Allah ve ahirete inanmayan birisi için, bütün hayat şu içinde yaşamış olduğu kısa dünya hayatıdır.

Ve bu kısacık dünya hayatında ise, ihtiyaç ve arzularını karşılayabileceği yeterli bir zamanı ve sermayesi yoktur. Yani insanın ihtiyaç ve talepleri okyanus, dünya sermayesi ise bu ihtiyaçlar karşısında bir iki damla niteliğindedir. Bir iki damla sermaye okyanus olmuş taleplere kifayet etmeyeceği için, kavga ve çatışma kaçınılmazdır.

Ayrıca bu insan diğer insanların arzu ve ihtiyaçları ile de mücadele ve rekabet içindedir. Çünkü dünya hem az hem kısa hem de üzerinde çok gözler ve talepler olduğu için, üzerinde boğuşmak ve çarpışmak kaçınılmazdır.

Bütün dikkat ve enerjisi dünyaya yoğunlaşmış insanlar arasında kavga, rekabet, çatışma, gürültü ve gasp kaçınılmazdır. İnsanlık tarihindeki savaş ve çatışmalar bunun delili ve vesikası niteliğindedir.

Asayiş ve emniyet, ancak insanların durumlarına şükretmesi ve kanaatkâr olması ile mümkündür. Şükür ve kanaat ise, ancak ahiret hayatı ile katlanılabilecek durumlardır. Bütün dikkat ve enerjisini Allah ve ahirete yöneltmiş ve odaklamış insanlar, dünya metaı için insanlarla boğuşmaz ve asayişi ihlal edecek şekilde gürültü çıkartmaz.

Allah ve ahiret inancı olmayan insanların anarşist ve kavgacı olması kuvvetle muhtemeldir. Ama dünyevi düzen ve sistemler bu potansiyeli bastırıyor. Bastırmada zafiyet gösterdiğinde de cihan savaşları ve toplumsal infialler meydana geliyor. Bolşevik (komünizm) ihtilalleri bunun en büyük vesikasıdır.

Dünyevi sistem ve düzenler her ne kadar asayişi temin etmiş olsalar da garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi kötü ahlakı engelleyemezler. Bu gibi manevi ve toplumsal yaralar ancak kuvvetli bir Allah ve ahiret inancı ile tedavi edilebilir...

"Kurallar ve eğitim de güzel ahlakın sebeplerindendir." denilebilir mi? Zira kafir, ateist vb öyle insanlar var ki, âdeta imansız Müslüman kıvamında!..

"Ecnebî dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar Peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah'ı tanıyabilirler. Allah'ı bilmeseler de kemâlâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir."

"Fakat bir Müslüman, hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi (a.s.) tanımaz ve Allah'ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip, on dört asırda parlak bir surette ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur."(1)

Üstadımızın bu ifadesine dayanarak, bu ifadeler daha ziyade İslam toplumları için geçerlidir diyebiliriz.

"Mürtet", İslam dininden çıkmış kişiye denir. İslam dini ise dinlerin en yükseği ve en mükemmelidir. Dinlerin en yükseğini ve mükemmelini terk eden adam, artık başka dinleri ve kanunları tanımaz ve onların terbiyesine girmez. Böyle olunca mürtet tam bir kuralsızlık ve anarşistlik içine düşer. Bu da toplum için büyük bir risk teşkil eder. Nasıl kangren olan aza vücudun bütününe zarar vermemesi için kesilip atılır ise, böyle anarşist ve kuralsız mürtedler de toplumun bünyesine zarar vermemesi için idam edilip temizlenir.

Üstad'ın vermiş olduğu örnekte ki gibi süt ve yoğurt bozulsa yine yenip kullanılabilir, ama sütün en mükemmel kısmı olan yağ bozulsa, ondan yeni bir ürün çıkmaz, zira ondan daha üstün bir ürün olmadığı için, başka ürün olmaya kabiliyeti kalmıyor. İşte Müslüman da insanlığı ve ahlakı en kamil olan İslam dininden öğrendiği ve onunla terbiye olduğu için, artık bu daireden çıktığı zaman ruhuna kemalat kazandıracak başka bir nokta başka bir sistem kalmıyor, bu yüzden tam bir inkar ve anarşiye kayıyor; böyle zararlı bir haşerenin de hakkı hayatı kalmasa gerek. İşte bu yüzden bütün mezheplerde "Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur." diye hüküm verilmiş.

“Hem her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır...”(2)

ifadesi de İslam toplumlarına bakıyor denilebilir.

Yemek, su içmek, uyumak nasıl insani bir gereksinim ise bir mürtet ya da ateistin ailesine şefkatli olması, düşkünün elinden tutması, dürüst olması vesaire gibi hasletler de temel insani birer gereksinimlerdir. Buna fıtri gereklilikler nazarı ile de bakılabilir.

İmandan gelen şefkat ile fıtri şefkat arasında büyük bir fark vardır. Fıtri şefkat dar ve potansiyel bir haslet iken, imandan gelen şefkat ise geniş ve işlenmiş bir şefkattir. Mesela, imanı sağlam birisi kendi çocuğu için bir başkasının çocuğuna zulmetmez. Ama şefkati fıtri olan birisi bu konuda güven vermez.

Avrupa toplumlarında menfaat çakışsa, o zaman durum daha net anlaşılır. Şimdi çatı ve sistem genelin menfaatini koruduğu için, herkes o sistem ve çatıyı koruyor ve sahip çıkıyor. O sistem bozulsa geneli değil de belli bir zümreyi beslese, o zaman medeniyet ve medenilik kalacak mı acaba. Birinci ve İkinci dünya savaşları, Yüz Yıl Mezhep savaşları gibi kirli tarihleri, bunun somut ve açık işaretleridir.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
(2) bk. Şualar, On Birinci Şua, Sekizinci Mesele.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...