"İki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında mutlu ve huzurlu olabilmenin tek yolu imandır. Allah’a iman etmeyen birisinin hem dünya hayatı hem ahiret hayatı azap ve elem içindedir.

İmansız birisi dünya hayatında birtakım haz ve lezzetler alabilir ama kalbi, vicdanı ve latifeleri manen mutmain olmaz, büyük bir boşluk ve huzursuzluk içinde kalır. İnsanın fıtratı ve fıtratına yerleştirilmiş olan duygu ve cihazları ancak iman, ibadet ve zikirle tatmin olur.

Maksadının dışında kullanılan bir cihaz zayi olur ve kıymetten düşer. Mesela, bir traş bıçağı ile sert bir cisim kesilirse, kırılır. Aynı şekilde Allah’ı tanımak için verilen aklı, onu sevmek için verilen kalbi dünyanın adi ve fâni şeylerinde istimal etmek de akıl ve kalbi üzmek, kırmak ve huzursuz etmek demektir.

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz." (13. Söz)

Bu dünya gölgeler âlemi; âhiret asıl…

Bu dünya fanilik âlemi; âhiret bâki…

Bu dünya imtihan meydanı; âhiret saadet diyarı…

Bu dünya âhiretin tarlası; mahsuller orada alınacak…

Dünyanın mahiyetini böylece nazara aldığımızda, ondan bekleyeceğimiz lezzet ve zevk de “gölge zevk” ve “fani lezzet” olur. Hakiki zevk, ebedî olandır.

“Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir.” (A’lâ Suresi, 87/17)

İman hayata hayat olursa, yani hayatımız imanla nurlanır ve canlanırsa, o iman sayesinde kalbimizin, ruhumuzun alacakları zevk ve lezzetler de ayrı bir keyfiyet kazanır.

Üstadımız, namazın; “bu fani misafirhanede bakiyane bir sohbet” olduğunu ifade ediyor. Buna göre, bu fani dünyada da o asıllar âleminin zevklerinden bir nebze olsun tadabileceğimiz anlaşılır.

Bunun ilk adımı ve temel şartı imandır. İman ile insan kalbi, bütün âlemlerin Rabbine teveccüh eder. Allah’ın kulu olmanın, O’nun eseri ve bu dünyada O’nun misafiri olmanın zevki, fani lezzetlerle kıyaslanmaz; bu zevk, gölge değildir, asıldır. Zira bu zevk, günün birinde kaybolup gidecek olan bedenimize ait bir haz değil, bâki olan ruhumuza mal olmuş ve onunla birlikte devam edecek bir lezzettir. Hakiki zevk, Allah’a inanmak ve O’nu anmakla insan kalbinde hâsıl olan manevî haz ve ulvî lezzettir.

Allah Bâki’dir, insanın kalbini ve ruhunu da bâki kılmıştır. Ruh da onun ihsanıyla bâkidir. İşte imanın verdiği zevk, bu bâki ruhun Bâki olan Allah’a iman ile onun marifetinde yol almakla kazandığı zevklerdir.

Risale-i Nur'un pek çok yerinde bu husus izah edildiğinden, biz numune olarak bazılarını takdim edelim:

“Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakin bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.” (Sözler, On Üçüncü Söz)

“Demek iman bir manevi tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevi bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor.” (age., İkinci Söz)

“Hem mahiyet-i küfür dahi cehennemi bildirir. Evet, nasıl ki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve cennetten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de Risale-i Nur'da delilleriyle ispat ve baştaki meselelerde dahi işaret edilmiş ki, küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevi azapları var, eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur ve büyük cehennemden bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatçikler ahirette sümbüller vermesi noktasında bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder, 'Ben onun bir mayasıyım.' der. 'Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususi nümunesi, benim meyvem olur.'" (Şualar, On Birinci Şua, Sekizinci Mesele)

“Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkiki ve istikamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki, o geçmiş zaman-ı mazi mâdum ve her şeyi çürüten bir mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp eden nuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre cennetin bir nevi manevi lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve'l-İkramın ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var diye iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre baki âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. Demek hakiki ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.” (age., Üçüncü Mesele)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 1.585
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...