"Bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur..." Misalle izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Mürted İslam dininden çıkmış kişiye denir. İslam dini dinlerin en üstünü ve en mükemmelidir. Dinlerin en üstününü ve en mükemmelini terk eden, getirdiği kanunları kabul etmeyen bir adam, artık başka dinleri kabul etmez, hiçbir kanunu tanımaz ve onların terbiyesine girmez. Böyle olunca mürted tam bir anarşist olur ve cemiyeti zehirler.
Bu yüzden, İslam dini, mürted olan birisine hakk-ı hayat tanımıyor, onu idam ediyor. Çünkü anarşist olan birisi, cemiyet için büyük bir tehlikedir, âdeta patlamaya hazır bir bombadır. Nasıl ki, kangren olan âza vücudun bütününe zarar vermemesi için kesilip atılırsa, böyle bir anarşist ve mürted de millete zarar vermemesi için idam edilip temizlenir.
Üstad Hazretleri bu inceliğe şöyle işaret ediyor:
"Malûmdur ki, âlâ bir şey bozulsa, ednâ bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazan zehir gibi olur."
"Öyle de mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklarla telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat'î bir delili, insî şeytanın vücududur."(13.Lem'a)
Üstad Hazretlerinin vermiş olduğu misal gibi, süt ve yoğurt bozulsa yine işlenip kullanılabilir, ama sütün en mükemmel kısmı olan yağ bozulsa, artık bir işe yaramaz. İşte bir Müslüman da güzel ahlâkı ve bütün güzel hasletleri, İslam dininden öğrendiği ve onunla terbiye olduğu için, bu daireden çıktığı zaman artık ruhunda kemalat nev’inden hiç bir şey kalmaz ve tam bir canavara dönüşür. İşte bu yüzden, bütün mezheplerde “mürtedin hakk-ı hayatı yoktur” diye hüküm verilmiştir.
"Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa'ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi, birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer."
"Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir; hırsızlar istifade edemezler."
"İşte, ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el'iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz. Hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer. Ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup, o tahribat zararını onunla tamir edersin?"
"Halbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medar olacak, Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikatları kalabilir."(1)
Burada asıl mukayese edilen husus, mürted ile dinsiz Avrupalının arasındaki farktır. Mürted, bütün güzellikleri en mükemmel olarak, en mükemmel peygamberin terbiyesinde tanıdığı, bildiği için, irtidat ile bu mükemmel terbiyeden çıksa, artık ondan daha iyisini ve mükemmelini bulamayacağı için, insanlıktan da çıkar. Artık kemalata medar hiçbir şeyi olmaz.
Ama dinsiz Avrupalı, bozuk ve tahrif edilmiş bir dini terk ettiği için, ondan daha iyisi olan İslam’ı bulabilir. Bulmasa da, fıtratı mürtedinki gibi kokuşmadığı, insanlığı bozulmadığı için, insanlığın faydasına olan işlerde kendini istihdam edebilir.
Üstad Hazretleri bir Müslümanın garp kültürünü bütünüyle kabul etmesinin mümkün olamayacağına dikkat çekerken, konuyu ayrı bir cepheden ele alıyor ve bir Müslümanla bir Hıristiyan’ın, Peygambere iman konusunda çok büyük farklılık gösterdiklerini ehemmiyetle ifade ediyor.
Kur’ân-ı Kerim, Müslümanların hem şahsî, hem ailevî, hem de içtimaî hayatına esaslar getirmiş, Allah Resulü (asm.) bunları ümmetine bütün tafsilatıyla anlatmış ve hayatıyla da bilfiil izhar etmiş, ders vermiştir. Bir Müslüman Allah’a nasıl inanacağından, namazını nasıl kılacağına, ahlâk yapısını nasıl şekillendireceğinden, ticaret hayatında hangi esaslara uyacağına kadar her şeyi Peygamber Efendimizden öğrenmiştir. Üstad Hazretleri buna çok güzel bir misal veriyor ve Peygamber Efendimizi (asm.) merkezî bir lambaya teşbih ederek, bir Müslümanın her hususta o merkezî lambadan ışık aldığını, her şeyiyle ona merbut olduğunu nazara veriyor. Bundandır ki, bir Müslüman, Peygamber Efendimizden (asm.) alâkasını kesse, hem ruh âleminde, hem ahlâk dünyasında, hem de dünyevî işlerinde tam bir çöküntüye uğrar. Ve sonunda küfür karanlığına düşer.
Bir Hıristiyan için durum çok farklıdır. Onun gerek şahsî hayatı, gerek içtimaî hayatı Hz. İsa’nın (as.) İncil’den alıp tebliğ ettiği İlâhî prensiplerle değil, beşerî kanunlarla ve cemiyetin örf ve an’anesiyle tayin ve tespit edilmiştir. Bu örfün bazı esasları, temelde yine dine dayanmakta ise de tatbikatta durum çok farklıdır. Bir yasaktan sakınan kişi, bunu Hz. İsa’ya değil, kanunlara uymasının bir neticesi olarak yapmaktadır. Bunun içindir ki bu şahsın Hz. İsa’ya (as.) bağlılığı tamamen kopsa da hayat nizamında büyük bir değişiklik olmaz.
İslâmiyet, hem ferdin şahsî hayatını hem de içtimaî nizamını tanzim hususunda emir ve yasaklar vaz’ettiği için, bir Müslümanın bu emirlere uyması sevap, uymaması günah ve isyan olmaktadır. Beşerî kanunların hâkim olduğu Hıristiyan toplumlarda böyle bir durum söz konusu değildir. Onlarda emirlere uymanın bir mükâfatı yoktur. Ancak, yasaklara uymamanın cezaları vardır. Yani, bir Hıristiyan cemiyetinin nizamı, İlâhî emir ve yasaklarla değil, beşerî kanunlarla temin edilmektedir.
Bundan dolayı, bir Müslüman, Peygamber Efendimizin (asm.) yolundan dönse, “hayat-ı içtimaiyyede bir zehir” hükmüne geçer.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bu cevap da çok ikna edici. Allah razı olsun.