"Eğer Kur’ân deseydi, 'Yâ eyyühennas! Fezada uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Meselâ, eğer Kur’ân deseydi, 'Yâ eyyühennas! Fezada uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz-tâ Sâni-i Âlemin azametini tasavvur edesiniz.' Veyahut, 'O kadar küçüklüğüyle beraber...' Acaba, o halde delil müddeâdan daha hafî ve daha muhtac-ı izah olmaz mıydı?"(1)
"Müstekar" Güneş'in ve diğer gök cisimlerin yörüngesidir. "İstikrar" ise, bu gök cisimlerin bu yörüngelerde sabit bir şekilde dönmesi ve ilerlemesidir. Dünyamız da bu yörüngede ilerleyen güneşe tabidir ve onun yörüngesi dışına çıkamaz.
Tevhid amaç, tevhide getirilen deliller ise araçtır. Amaç hiçbir zaman değişmez, ama araçlar bazı dönemlerin gereklerine uygun bir şekilde değişebilir. Buna "halin gereğine uygun hareket etmek" anlamında "belagat" denir. Yani muhatabın haline uygun konuşmak ve onun idrak edebileceği şeyleri vermek gerekiyor.
İnsanların ekserisi avam olduğu için, gayeyi ispat için getirilen delillerin avamın anlayacağı basitlik ve sadelik içinde olması gerekir. Yoksa gaye zahir iken gayeyi ispat etmek için getirilen deliller hafi ve karmaşık olursa, faydadan çok zarar vermiş oluruz.
Üstad Hazretleri, Kur’an’ın metodu olan delillerin herkesin anlayacağı kadar zahir ve basit olması yolunu takip ediyor. Yani tevhide getirilen deliller, zahir ve açık olmak zorunda, bilimsel olması gerekmez. Mesela, kainatta intizamın ispat edilmesi için ille de nötron ve protondan bahsetmek gerekmiyor, güneşin her gün aynı şekilde doğması, yıldızların yerli yerinde olmaları, çiçeklerin o güzel yüzleri de intizama işaret ediyor.
Üstad Hazretlerinin ifadesi ile "Delil müddeadan hafi olmamalıdır." Yani tevhidi ispat etmek için getirilen delil tevhidden ziyade izaha muhtaç olmamalıdır. Delil açık, basit ve sade olursa herkes istifade eder, ama kapalı ve bilimsel olursa sadece bilim insanları o delilden faydalanır, ekser avam insanlar ondan faydalanamaz. Burada önemli olan delilin kendisi değil, delilin ispat ettiği netice ve insanların bunu anlamasıdır.
Kur’an’ın üslubuna bakıldığı zaman, herkesin anlayacağı basit ve zahir delilleri gösterir; ince, anlaşılması zor delillere ise karine, yani ipuçları ile işaret eder. Yani çoğunluğu oluşturan muhatap kitlesinin zihni seviyesine, yani avama göre hitap ediyor, çoğunluğun dışında azınlık olan ehli ilme ise karine ile hitap ediyor.
Kur’an bin dört yüz yıl önce bu zamanın fenni keşfiyatı ile Güneş'ten ve yıldızlardan bahsetseydi, o zamanın insanları bunu anlamaktan aciz kalıp belki de inkara düşeceklerdi. Bu yüzden Kur’an kainattan bahsederken, her insanın ve her dönemin kabul edebileceği basit ve sade delilleri zikrediyor. Mesela, Güneş'in soba ve lamba olduğunu zikrediyor, ama Güneş'in içindeki gazlardan, çekim kuvvetinden, kimyevi ahvalinden bahsetmiyor. Bahsetse bu asır sevinecek, eski asırlar ise anlamayıp inkar edeceklerdi. İşte Kur’an, güneş ve sair varlıkları öyle bir zikrediyor ki, her asır tam hissesini alıyor.
(1) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Unsuru'l-Belagat).
İlgili ders videosu için tıklayınız:
Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (2.Bölüm)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü