"Ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını..." Günah işlemek imanın zayıflığından mıdır, takva sahibi biri kebairi nasıl işleyebilir?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan fıtraten günah işlemeye meyilli yaratıldığı için, çirkin işleri yapması imansızlıktan ya da imanın zafiyetinden kaynaklanmayabilir. Üstadımız insanın imanına bazen galebe eden şeyin nefis, heva, vehim gibi cihazlar olduğunu şu şekilde ifade ediyor:
"Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalp ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar. Şu hâlde, kebâiri işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir."
Ehl-i takva olan birisinin büyük günah işlemesinin sebebine Üstad'ımız yukarıda geçen şu iki cümle ile işaret ediyor: "Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar."
Şunu da ifade edelim ki, her insandaki iman kuvveti farklıdır, kiminin imanı kuvvetli kimininki zayıf olabilir. İmanın zerreden şemse, seradan süreyyaya kadar mertebeleri vardır. Allah’ın yanında manevi derecelerin nihayeti yoktur. İnsan ulvi hasletlerle ala-yı illiyyine çıktığı gibi, kötü hasletlerle de esfel-i safiline düşer, hayvandan daha aşağı bir derekeye iner.
İman marifet, ibadet, takva ve tefekkür ile kuvvetlenir; günah, gaflet ve isyan ile de zayıflar. Günah işlemek imansızlıktan olmayabilir, ama imanın zayıflığından olduğunda şüphe yoktur. Bu sebeple işlenen günahtan sonra pişman olunmalı, derhal istiğfar edilmeli ve iyilik yapılmalıdır. Aksi hâlde o günah manevi bir yılan olur, insanı felakete sürükleyebilir.
Üstad Hazretleri bu hususu şu şekilde izah ediyor:
"Sonra, sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'ân-ı Hakîmin azim tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu hem ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını hem günah-ı kebâiri işleyen küfre girmediğini hem Mutezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi 'Günah-ı kebâiri irtikâp eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır.' diye hükümlerinde hata ettiklerini hem benim o biçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım, Cenâb-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü sabıkan dediğimiz gibi, şeytan, cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar."
"Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytanın desiselerine hem kabile hem nâkile iki cihaz hükmündedir." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, Beşinci İşaret.)
“Hem ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını” Üstad'ımızın bu ifadesi, açık bir şekilde ortaya koyuyor. Lakin günahta ısrar etmek bahsimizin dışındadır. Çünkü büyük günahları serbestçe yani utanmadan, hicap etmeden işleyip hayatını bu çizgide devam ettiren birisinin sağlam imana sahip olması mümkün değildir. Ama sağlam iman sahipleri de bazen hissiyatına mağlup olarak günah işleyebilmektedirler.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü