"Ene"den "Hüve"ye nasıl varılır?
Değerli Kardeşimiz;
“Nefy-i nefy ispattır” buyrulur. Yâni, inkârı inkâr etmek ispata götürür. Kötüyü kötüleyen güzele varır. Yanlışın yanlışlığını ortaya koymak doğruya erdirir. Ters yönün tersine gitmek insanı düze çıkarır.
Nefis kendini övmekten ve övülmekten zevk duyar, o halde onun kötülenmesi lâzım geliyor. Nefis ibadetten hoşlanmaz; buna karşı onun ellerini bağlamak, belini bükmek, yüzünü sürtmek gerek. Ve nefis, bıkmadan usanmadan “ben” der durur. Öyleyse insan Allah’ı çok zikretmeli, kalbiyle, ruhuyla bütün duygularıyla hep O’na teveccüh etmelidir. Belki de bunun için olsa gerek, tarikat ehli “Hu” (O) zamirini vird edinirler. Nefis ben dedikçe, onlar "O" derler.
"O" (hu) demek için, mutlaka zikir halkasına girmek şart değil. Her hâdisenin nefse ve dünyaya bakan yönünden yüz çeviren insan O’nu bulur, O’na varır ve O’nu zikretmiş olur. Meselâ, yemekten sonra, Allah’a şükreden bir mü’min, nefsine şu mesajı vermiştir: "Bu nimet senin kudretinle vücut bulmadı. Bunu ihsan eden sen değilsin, ancak O'dur!.."
Bir başka misal: İnsanın önünde iki yol var: Ya, “ben kuvvetliyim” diyecek yahut “Kudret sahibi ancak Allah’tır, bendeki bu kuvvet de O’nun lütfü, O’nun ihsanıdır” diyerek nefsine haddini bildirecektir.
Bu yollardan birincisi insana “ben” dedirtir, ikincisi "O".
İnsan, “benim elim” derken de, “benim aklım” derken de bu maddî ve manevî sermayelerini kendine mal ederek konuşmaktadır.
Şu var ki, bunları İlâhî birer emanet bilerek konuşmakla, onların hakiki malikini hiç hatıra getirmeden konuşmak birbirinden çok farklıdır.
İşte, “Eneyi yırt” ifadesi, “Bunları kendi malın zannetme ve kendini kendine malik sanma!..” demektir.
“Hüveyi göster” ise, “Bütün bunları Allah’ın birer ihsanı, O’nun esmâsının ve sıfatlarının birer tecellisi olarak bil!..” mânasındadır.
Meselâ, Mesnevî-i Nuriye’de geçen, “Ben kendime mâlik değilim. Ancak mâlikim kâinatın mâlikidir.” cümlelerinden birincisinde ene yırtılmakta, ikincisinde ise hüve gösterilmektedir.
Gözünden ve kulağından, kendi malı gibi bahsetmek “ene”yi ifade ederken, bunları Allah’ın Basîr ve Semi’ isimlerinin birer tecellisi olarak bilmek “hüve”yi gösterir. Nurlarda bu konunun çok misalleri vardır. Meselâ:
“Şimdi, ey nefis! Birkaç Söz’de kat’î ispat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâl’in kemal, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.” Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal.
İnsanın kendisini kusursuz, noksansız, güçlü ve kuvvetli olarak vehmetmesi “ene”nin göstergesidir. Asıl mahiyetinin “kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuş” olduğunu bilmesiyle “ene” yırtılır. Bunlarla, “Fâtır-ı Zülcelâl’in kemal, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık” ettiğini bilmesiyle de “hüve”yi göstermiş olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü