"Fikrin mecrâ-yı tabiîsi olan nazm-ı maânîden, zevk-i belâgatı nazm-ı lâfza çevirmişlerdir." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Acemlerin ve acemîlerin belâgât-ı Arabiyenin san’atına girdiklerinden, fikrin mecrâ-yı tabiîsi olan nazm-ı maânîden, zevk-i belâgatı nazm-ı lâfza çevirmişlerdir."(1)
Nazm: düzen, nizam, ölçü, münasebet ve ilgi anlamına gelir.
Yukarıdaki mezkur anlamlara gelen nazm; hem lafız için geçerlidir, hem de mana için geçerlidir.
Yani lafzın, birimlerinin kendi aralarında düzeni, nizamı, ölçüsü ve alakası olduğu gibi; mananın da muhtevası bakımından nizamı, düzeni ve ölçüsü olmalıdır.
Bu şekilde lafzın ve mananın bir birlerine uygun ve münasip tarzı; kelamı ve sözü kuvvetlendirir ve müessiriyetini artırır. Bununla alakalı olarak teknik açıdan genel bilgiyi edebiyat ihtisası olanlara şöylece verebiliriz.
Lafız ağızdan çıkan söz anlamınadır. Mana ise; bu sözün yüklendiği ve taşıdığı ve muhataba intikal ettirdiği muhtevadır. İnsan duygu ve düşüncelerini ekseriyet itibariyle, sözlerle anlatır ve belki bu hususta ilk ihtiyaç duyduğu vasıta sözdür.
Söz, manalı ve manasız olmak üzere iki kısma ayrılır. Manasız sözler içi boş laftan ibaret olduğu için, ne kadar edebi sanatlarla da süslenip söylense, hep tenkide uğramıştır. Manalı sözler ise, çoğunlukla insanların ilgisini çekmış ve bu açıdan da edebi sanatlarda, “Söz, mananın elbisesidir.” “Lafız mananın kalıbıdır” diyerek önem vermişlerdir.
Çünkü insan meramını, duygu ve düşüncelerini en güzel şekilde o elbiselerle o kalıplarla ifade edebilir.
Üstad Bediüzzaman, lafızla ilgili görüşlerini naklederken, meselenin köküne iner ve mealen şöyle buyurur:
Fikirlerin ve hislerin tabi mecrası, nazm-ı manidir. (Manaları edebi ve nazımlı olarak ifade etme sanatı).
Nazm-ı maaninin en sağlam dayanağı ise mantık ilmidir.
Mantık ilminin takip ettiği usul ve yöntem, peş peşe birbirini takip eden hakikatlere ulaştırmayı esas alır.
Hakikatler dairesine giren fikirler, eşyanın mahiyetlerindeki ince noktalara nüfuz ederler.
Eşyanın mahiyetinde incelikler, bütün varlık alemlerindeki mükemmel nizama uzanır ve dayanır.
Mükemmel nizamda da her bir güzel vasfın menbaı ve kaynağı olan hüsn-ü mücerret, yani soyut güzelliktir.
Hüsn-ü mücerret, birer çiçek mesabesinde olan latif güzelliklerden ve güzel meziyetlerden meydana gelen bir bostan gibidir.
O bostanda da yaratılıştaki bütün güzelliklere düşkün güzelliklerin tecelli ettiği çiçeklere aşık olan ve adına şair denilen bülbüllerin nağmeleri şakır.
(1) bk. Muhakemat, İkinci Makale (Unsuru'l-Belagat), Birinci Mesele.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (25. Bölüm).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü