"Fıtrat ile vicdan, ihtiyarî emirleri, ıztırarî emirlerden tefrik eden gizli bir şeyin vücuduna şehadet ediyorlar." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın mutlak kudret ve irade sıfatlarının her şeye hükmedip her şeyi kuşattığı bir mekânda, yani bu iki sıfatın mutlak hükümranlığı altında insanın kendi amellerini tercih etme hususunda müstakil bir iradeye sahip olmasını akıl kabullenmekte zorlanıyor. Zira sonsuz kudret ve irade sıfatları insan iradesini selbedip ortadan kaldırır. "Öyle ise nasıl hür bir iradeden dem vurabiliriz?" diye, akla bir sual geliyor.
Üstadımız da cevaben, "Allah mutlak adalet sahibi olduğu için, elbette insana sevap ve günaha medar olacak bir irade verecektir ve biz böyle bir iradenin varlığını fıtraten ve vicdanen hissediyoruz" diyor. İnsan iradesi ile İlahi kudret arasındaki ince ve derin münasebeti anlamakta zorlanmamız iradenin varlığına bir zarar vermez.
Çok şeylerin varlığını kabul ediyoruz, ama mahiyetini bilemiyoruz. Mesela ruh, akıl, muhabbet gibi şeylerin varlığından asla şüphe etmiyoruz, ama bunların mahiyetleri hakkında da tafsilatlı bir malumata sahip değiliz. İrade de böyle bir şeydir, varlığını hissediyoruz, ama mahiyetini ve hakikatını tam olarak bilemiyoruz.
Hülasa; bir şeyin varlığını kabul etmek o şeyin mahiyetini idrak etmeye bağlı değildir; şayet bağlı olsa idi kâinatta sayısız hakikatleri inkâr etmemiz gerekirdi.
"Izdırarî emir"i kaderin komutu şeklinde ifade edebiliriz. Yani insan iradesinin dışında, kaderin hükümlerine ızdırarî kader ya da ızdırarî emir denir.
Evet, kader ihtiyarî ve ızdırarî olmak üzere iki daireden teşekkül eder.
İhtiyarî kader; insan iradesinin tercihinden müteşekkil kaderdir. Allah burada insan üzerinde bir cebir meydana getirmiyor. Allah bu dairedeki olanları olduğu gibi ezel kaderle yazıyor. Yani kaderin bu kısmında İlahi ilim ve kader maluma yani insanın iradesine ve tercihine tabi oluyor. Kaderin bu dairesinde insan tam hürdür ve mes’uldür.
Bir kısmı ihtiyarî, yani kendi isteğiyle, iradesiyle ortaya çıkıyor. Diğer kısmı ise ızdırarî; yani tamamen onun arzusu ve iradesi dışında cereyan ediyor.
Meselâ; konuşması, susması, oturması, kalkması birinci kısma; kalbinin çarpması, boyunun uzaması, saçının ağarması da ikinci kısma giren fiillerden. O birinci kısım işlerde, istemek bizden, yaratmak ise Allah'tan. Yâni, biz cüz’î irademizle neyi tercih ediyor, neye karar veriyorsak Cenâb-ı Hak mutlak iradesiyle onu yaratıyor.
Izdırarî kader ise, Allah’ın mutlak iradesi ile meydana geliyor. İnsanın bu dairede herhangi bir tesiri bulunmuyor. Yani insan kaderin bu dairesinde muztardır. Mesela, insanların İslam fıtratı üzerine yaratılmaları da ızdırarî kaderdir.
Izdırarî fiillerde bizim irademizin söz hakkı yok. Dileyen de yaratan da Cenâb-ı Hak. Biz bu ikinci kısma giren işlerden mes’ul ve mükellef değiliz. Yani, âhirette boyumuzdan, rengimizden, ırkımızdan, cinsiyetimizden yahut dünyaya geldiğimiz asırdan sorguya çekilmeyeceğiz.
İhtiyarî ya da iradî kader, insan iradesinin tercihine bağlı iken, ızdırarî kader ise Allah’ın küllî iradesinin takdiridir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü