"İ’lem eyyühe’l-aziz! Her bir masnuda, her bir zerrede görünen tasarruf-u mutlak, kudret-i muhita ve hikmet-i basîrenin delâlet..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem eyyühe’l-aziz! Her bir masnuda, her bir zerrede görünen tasarruf-u mutlak, kudret-i muhita ve hikmet-i basîrenin delâlet ve şehadetleriyle sabittir ki bütün eşyanın Sâni’i; vâhiddir, şeriki yoktur. Ne kudretinde inkısam var ne iktidar ve ihtiyarında tecezzi vardır. Binaenaleyh Sâni’ ancak Vâcibü’l-vücud olacaktır ki kaderin mizanıyla yürüyen kudretine bir nihayet yoktur."(1)

Masnu’; “san’at eseri” demektir. Mutlak ise kayıtsız demektir; zıddı mukayyed yani kayıtlı olandır. Allah’ın bütün sıfatları mutlak olduğundan, bütün icraatı, bütün tasarrufu da mutlaktır, yani O’nun icraatını kayıtlayacak hiç bir şey yoktur. Bu “tasarruf-u mutlak ve kudret-i muhita” bir “hikmet-i basîre” ile icraat yapmaktadır. Yani, bu her mahlûkun mahiyetine göre iş görmektedir. Bir başka risalede, Üstadımız, Allah’ın kudretini kendi hikmetinin kayıtladığına işaret eder. Yani, O’nun kudreti sonsuz ve mutlak olmakla birlikte, hikmeti bu kudreti kayıtlar, her şeyin her şeyini gören Cenab-ı Hak, hikmet-i basiresiyle”kudretini icra eder. Meselâ, Cenab-ı Hak, insanın boyunu sonsuz uzunlukta yaratabilirdi, ama hikmeti o kudreti sınırlamış ve bildiğimiz şu insan boyu ortaya çıkmıştır. Boyumuz bundan yüz kat daha fazla olsaydı, midemiz, rızkımız, oturduğumuz mekânlar da ona göre büyüyecekti.

Kudreti her şeyi ihata etmiş ama “hikmet-i basiresiyle,” bilerek ve görerek, her varlığın mahiyetine göre bir vücud veriyor. Ona göre bir kuvvet veriyor, boy veriyor. Dünya hikmet dünyasıdır, ahirette ise kudret daha hâkimdir. Her iki âlemde de “kudretin faaliyeti hikmet üzere” olacaktır. Şu var ki, bu dünyada İlâhî hikmet eşyanın zaman içinde kademeli olarak yaratılmasını gerektiriyor, Ahirette ise, aynı hikmet, eşyanın bir anda, zamansız yaratılmasını iktiza ediyor.

Bu dünya hikmet dünyası olduğu için insan ana rahminde dokuz ayda yaratılıyor, dünyaya geldikten sonra da bebeklik, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık safhalarından geçiyor. Böyle olmayıp da, bedeni bir anda kırk yaş büyüklüğünde yaratılsaydı, ruhu henüz hiçbir şey bilmediğinden, “kırk yaşında bir bebek” gibi olacaktı. Böyle olması hikmete uygun düşmediğinden, bütün bu safhaları zaman içinde kademeli olarak geçiyor. Ahirette buna gerek yok. Zira ruh burada öğreneceğini öğrenmiş olarak o âleme göçecek. O âlemde bedenin bir anda yaratılması hikmete uygun düşecek ve ahirette her şey adeta zamansız olarak yaratılacaktır.

Meyve için bahar beklenmeyecek. Daldan koparılan meyve daha ağza alınmadan yerine yenisi yaratılacak. Yolculuk için vesaite ve uzun süre yol almaya ihtiyaç olmayacak, dilenilen yerde anında hazır bulunulacak.

Ahiret yurdu, en güzel ifadesini, Allah Resulünün (asm.) “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiş” (2) hadis-i şerifinde buluyor; bu hikmet âleminde, o kudret âlemini anlamamızın mümkün olmadığı en veciz bir şekilde ders verilmiş oluyor.

"Ne kudretinde inkısam var, ne iktidar ve ihtiyarında tecezzi vardır."

İnkısam; “kısımlara ayrılmak, bölünmek” demektir. Tecezzi de cüz’lere ayrılmak, parçalanmak demek olup aynı manaya geliyor.

Allah’ın ne kudretinde, ne iradesinde, ne de diğer sıfatlarında tecezzi ve inkısam düşünülemez. Bunlar mahlûk için geçerlidir. Bir insan elli kilo kaldırabilecek güçte ise, yirmi kiloluk bir yük aldığında kudreti inkısam eder, geriye otuz kiloluk bir güç kalır. Yahut bir insanın sermayesi yüz milyon lira ise, bunun otuz milyonu ile bir iş yerine, kırk milyonu ile bir başka iş yerine yatırım yaptığında, geriye otuz milyonluk bir sermaye kalır. Sermaye kısımlara ayrılmış oluyor.

Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının icraatı böyle değil. Kudret sıfatı üzerinde konuşacak olursak, Allah bir çiçeği de sonsuz kudretle yaratır, bir yıldızı da. Çiçeğe az, yıldıza daha çok kudret sarf etmesi söz konusu değildir. Zira az ve çok ifadeleri “inkısam” ifade ederler.

Bu Allah’a mahsus bir kemal. Matematikteki “sonsuz kavramı”, bu konuyu anlamamızı biraz kolaylaştırabilir. Sonsuzdan on da çıksa, milyar da çıksa netice yine sonsuzdur. Sonsuz için on ile milyarın farkı yoktur. Aslında, sonsuzdan bir şey çıkmamaktadır. O ne ise odur, onda bir değişme olmaz. Çıkarma işlemini biz kendi fikrimizde gerçekleştirir yahut hayalimizde kurarız. Hakikatte, sonsuzdan bir şey ayrılmaz, onun için de onu hiçbir şey azaltamaz.

“İhtiyar” kelimesi çoğu zaman, “irade” yerine kullanılır. Arada şöyle bir ince farkı da vardır. Temel sıfat "iradedir". İnsan bir şeyi tercih ederken bu sıfatla tercih eder. Yani, nasıl, gözümüzle görüyor, kulağımızla işitiyorsak, aynı şekilde, aklımızla düşünüyor, irademizle ihtiyar ediyoruz.

Bizim irademiz cüz’îdir, bir anda ancak bir şey irade edebiliriz. Biz önce bir şeyi irade ediyoruz, sonra bir başkasını. Allah’ın iradesi ise küllîdir, mutlaktır. Her şeyi birlikte irade ve ihtiyar eder. Bu ihtiyarda tecezzi söz konusu değildir. Aynı irade sıfatı, tecezzi etmeksizin her işi birlikte irade eder; kudret sıfatının sonsuz işleri birlikte görmesi gibi.

Bedenimizde iki türlü iş görülüyor, birisi ihtiyarî, diğeri ızdırarî.

İhtiyarî olanı, bizim kendi irademizle yaptığımız “konuşma, yürüme” gibi işler. Izdırarî fiilleri ise biz irade ve icra etmiyoruz; “kanımızın deveranı, hücrelerimizin değişmesi, yediğimiz gıdaların taksimatı” gibi.

Bizim ihtiyarımızla gerçekleşen fiillerde sıra söz konusudur, yani bunlar birlikte meydana gelmez, sıra ile olurlar. Izdırarî işlerde ise sıra söz konusu değildir. Bedenimizde sayısız denecek kadar çok ve birbirinden farklı işler birlikte görülürler. Zira bunlar Allah’ın küllî iradesiyle ve küllî kudretiyle yapılmaktadırlar.

Yaşadığımız âlemde bu İlâhî fiillerin nice misalleriyle karşı karşıyayız. Bir ağacın yaprakları sıra ile değil, birlikte açıyorlar. Saç tellerimiz sıra ile değil, birlikte uzuyorlar. Güneş de gezegenlerini sıra ile değil birlikte döndürüyor.

"Binaenaleyh Sâni' ancak Vâcibü'l-vücud olacaktır ki, kaderin mizanıyla yürüyen kudretine bir nihayet yoktur."

Allah’ın kudretine nihayet yoktur; yani sonsuz kudretiyle böyle nice kâinatlar yaratsa kudretinde bir değişme olmaz, o kudretin nihayet bulması düşünülemez. Şu var ki, o sonsuz kudret “kaderin mizanıyla” yürümektedir.

Kader; Allah’ın ilminde her şeyin planlanmış olması demektir. Bir binanın inşaat sahası, kaç kat olacağı, her dairenin müştemilatı önceden planlanır ve o plana göre iş görülür. İnşaat safhasında kalıplar çakılır ve dökülen çimento o kalıpların şekline uyar, dışa sapma göstermez.

Her şeyin mahiyeti kaderin bir planıdır. O mahiyet bir kalıp vazifesi yapar ve İlâhî kudret o kalıba göre o varlığın cismini, maddesini yaratır. Elin kalıbı başka, ayağınki başka, güneşinki başka, ağacınki başkadır.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
(2) bk. Buhari, Bed'ü'l-Halk 8; Müslim, Cennet 2.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.726
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...